Delikler
Delikler
Lodos esmekten, yağmur yağmaktan, bozkır susmaktan usandı. Ne bir ağaç çatırdadı, ne gökyüzü parladı, ne de deniz kulağıma bir şeyler fısıldadı. Her şey sessizliğinde boğuluyor, herkes sükunetine gömülüyor her bakışımda. Bakmasam eminim her şey olağan düzeninde ilerleyecek, doğa kendi halinde biçecek ekinlerini. Her bakışım ayrı bir susmayı getiriyor artık.
Evime dönüyorum, ahali toplanmış. Kahkahaların, konuşmaların, yemek kokularının arasında canım yanıyor susmaktan. Bir ruh gibi tepelerinde geziyor, izliyorum ve tahlil ediyorum hepsini. Sessiz bir gürültü hakim. Ahırdaki atlar bile samana hasret, sessiz sessiz kişniyorlar. Gitsem yanlarına sessizce göğsüme çifte atıp öldürecekler beni. Annem gözlerime bakıyor, sus diyor. Tabağıma bakıyor, tabağıma bakıyorum. Gözlerimi başka yöne çeviremiyorum. Babamın kulakları bildim bileli duymaz. Sadece duyması gerektiği kadarını duyar. Artık gözleri de öyle bir huy edinmiş. Görebileceği kadarını görüyor, sınırı aşınca kendi kendini kör ediyor. Hepi topu iki kişi var evde, bir de bahçeye kazılan mezar. Kime ait diye soramıyorum, onun yanında yerim hazır nasıl olsa. İki mezar kazılmış ben yokken. Birinin bana ait olduğunu anlayamayacak kadar aptal değilim ya.
Eve gelen misafirler pek bir sessizler bana karşı. Göz teması yok, dirseklerini dahi kaçırıyorlar. Salona varmak demek onları kovmak demek gecenin bu saatinde. Parmak uçlarımda yürüyorum evin içinde. Artık yabancısı olduğum bir evin her köşesi bana soğuk. Kendim bile beni istemiyor bu evde, akreple yelkovanın sesi bile beni kovmaya ayarlanmış.
Balkonu açıp bir sigara yakıyorum, önümde kocaman bir ateş. Ne kadar küçükmüşüm meğer ben. Sigaramın ucundaki ateşin üzerinde yürüyorum acıdan gözlerimi yaşartarak. Kendime işkence etmeden rahat yürüyemem bu evde. Dışarıda yaşamaya da gönlüm el vermiyor, hapsediyorum kendimi bu eve. Gelişimi beklemişlerdir belki diye düşünüyorum kendimi kandırmak için. Geldiğim gibi kovulmuyorum ama geldiğimi de hissetiremiyorum kimseye. Onca sene ciğerlerimi çürüttüğüm boşaymış diyorum, cezayı boşuna çekmişim. Bu ev zaten benim için kafi bir hapishane olacakken niye kelepçelendim?
Dedem babam gibi değil. Dedemin gözleri görmez ama bakmayı bilir. Baktığı gibi görür ve anlar. Konuşmaktan çekinmez, suçluyla suçu ayırt etmekten de. Gözlerim mil çekilmiş gibi kapalı, ağzımda bir kömür tadı, o kadar evden uzağım ki çalınmıyor kapılarım. Kapım değil ama kafam çalınıyor anamın sesiyle.
"Deden beni görsün dedi."
Annem kafasını çevirip gidiyor. Sessiz bir hayalet gibi uzaklaşıyor, kara entarisi tuttuğu yas gibi kararmış. Eşarbının rengi parlak ama ruhunun rengi çoktan atmış. Sessiz ve hızlı gidiyor, arkasından bakıp hangi yöne gittiğine bile bakamıyorum. Nefesimi çekiyorum içime, yakmadığım bir sigaranın dumanı çıkıyor burnumdan. Dedemin bulunduğu odaya gidiyorum.
"Bahçeye indiriver beni Hasan."
Koluna giriyorum, ses çıkarmıyor. Bir ölünün soğukluğu var üzerinde. Sanki kefenine sarılmış, karnına bıçak konmuş ve yalnızca kemiklerini hissettiren bir ölüm soğukluğu bu. Yavaş yavaş ilerliyoruz bahçeye. Bastonuyla yoklaya yoklaya yürüyor bir yandan. Benim işlediğim suçun üzerine basıyor, toprak eşeleniyor. Toprağın altında çok harfler yatıyor benim cinayetimi çağrıştıran. Hiç birinin sesi çıkmıyor.
"Nasıl kıydın sen kendine?"
Kendime dönüp bakıyorum, taşı bile yaptırılmamış bir mezar. Orada sessiz sedasız uyuyorum. Kendimi izleyip duruyorum, beni izleyen yok. Kendi kendimin seyircisiyim artık. Sürekli kendi mezarımı ziyaret ediyorum cehennemimden kaçarak. Kimse bakmasa da yüzüme, onlar konuşuyor duyuyorum.
Kalkıp oradan nefes alıp çıksam karşılarına bana neler söylerlerdi biliyorum. Bildiğim için susuyorum. Susmama karşı bu sessizlik. Kendi kendimin yasını tutup susuyorum senelerdir.
Sahi dirilip gelsem ne yazar artık; söyledikleri başımın bir deliğinden girer, bir deliğinden çıkar. Başımda mermi deliği var.
Yorumlar
Yorum Gönder