Zaman, Mekan ve Beden (Varoluşçuluk Üzerine Tezler)

Jean Paul Sartre, hemen yazdığı tüm romanlarında "varoluş" konusunu derinlemesine incelemiştir. Camus'un aksine, işin absürt değil ciddi boyutlarını ele almış ve şu kanıya ulaşmıştır:

"Varoluş özden önce gelir."

Varoluşun özden önce gelmesiyle demek istediği ise açıktır. İnsanlar da, nesneler de belirli bir amaç için var olurlar ve kendi özlerini yani amaçlarını, neye yaradıklarını, ne için var olduklarını belirlerler. Burada John Locke'un tabula rasa (boş levha) teorisi ile de bir kesişme söz konusundur. İnsan amaçsız, içi boş bir levha gibi doğar ve kendine zamanla anlam yükler. Camus'un dediği gibi ne amaçsız, ne anlamsızdır. Ölümün de, yaşamın da amacını da rasyonelliğini de yine insan belirler.

Bedensel varoluşlarımız bir yana, beynimizde akan düşünceler, hislerimiz, yaklaşımlarımız da bizi var eder. John Clare I am (Varım) adlı şiirinde, varlığını sanatında konuşturmaya çalışmıştır belki de. Biraz üzerinde düşünürsek, John Clare'ı bilmemizde esas olan John Clare'in İngiltere'de doğup yaşaması mıdır, yoksa sanatını konuşturarak diğer insanlar tarafından da bilinerek varolması mı onu var eder?

"İnsan sosyal bir varlıktır."

cümlesinin ne kadar da haklı olduğunu, belki de varoluşçuluğa olan bu yaklaşımımızla yakalayabiliriz.

Peki varoluşumuzu, zaman kavramı içinde değerlendirirsek ne gibi gerçeklerle ya da teorilerle karşılaşırız? Zaman dediğimiz kavram gerçekten de; geçmiş, şimdi, gelecek gibi kendimizce algıladığımız dilimlerden mi ibarettir? Takvimleri dahi biz insanoğlunun yazıp çizdiği bir gerçeği varken; zaman kavramı yaşamsal algılarımızla ölçülebilecek kadar basit midir?

Algılarımız olduğu bir gerçeği varken zamanın bu kadar da sınırlı olması gerçeği biraz enteresan değil mi?

Bazen rüya görürüz ve uyandığımızda ya rüyamızda gördüğümüz olayı ya da ona çok yakınını yaşarız. Bazen de uyandığımızda yine aynı rüyayı gördüm deriz aslında ilk kez gördüğümüz halde. Daha da ilginci, uykuyu ve rüyayı bir yana bırakalım; dejavu dediğimiz ve daha önce yaşadığımız bir olayı tekrar yaşama hissi vardır bir de. Bütün bunları bir tesadüf gibi değerlendirdiğimizde algıladığımız şekliyle zaman sadece bir akıştan ibarettir. Peki algılarımız kapalı olduğu müddetçe hala bilinçaltımız, üst benliğimiz ya da adını koyamadığımız varlığımız hala bir şeyleri hissetmeye, şekillendirmeye devam ediyorsa; zaman gerçekten de bizim algıladığımız "zaman" mıdır?

Kısa bir süre önce kaybettiğimiz Stephen Hawking, her ne kadar karmaşık anlatmış olsa da; şu noktaya varmıştır. Zaman, sadece bir noktadan ibarettir. Şu an ki nefes alışımız, üç yıl önce biriyle oturup çay içmemiz, yarın sabah kalkıp işe gidecek olmamız aslında aynı noktadadır. Yani geçmiş, gelecek ve şimdi gibi tüm kavramlar aslında yoktur. (Bunun detayını merak edenler için Stephen Hawking'in Zamanın Kısa Tarihi kitabını önerebilirim.)


Mekan konusuna girdiğimizde de; zamanın mı yoksa mekanın mı önce oluştuğu muammasıyla karşılaşırız. Genel kabul görmüş bir prensibe göre; Big-Bang ile her şey ortaya çıkmıştır. Peki Big-Bang'in ne zaman olduğu sorusunu hiç sormaz mıyız? Bir olayın vuku bulması ile zaman kavramı ortaya çıktıysa, bu olay tam olarak nerede olmuştur? Çelişkiler içeren pek çok soruyu arttırmamız mümkün...

Belki de tasavvuf erbabına biraz hak vermemiz lazım; "La mekan, La zaman" dedikleriyle belki de bunları anlatmaya çalıştılar. Ne zaman, ne mekan ne de benlik tek başına bir şey ifade etmemektedir. Hemen hepsi bir bütünün yansımasıdır ve ancak bilinçlerimiz tüm algılama gücüyle açık olduğunda belki de korkunç bir gerçekle karşılaşacağız...

Hepimiz belki de bir simülasyon ya da oyun ürünüyüz. Kontrol altındayız. Şu anki düşünce gücümüz bile bize yüklenmiş basit bir olaydan ibaret...

Sahi kimiz biz? Neden buradayız, neyiz? Nereden geldik? Kendi varlığımızı hissedebilmek adına kendimize en yakın hayatları seçebiliyor olmamız bizim kontrolümüz altında mı?

Varlığımız... Çok korkunç bir kavram aslında. Kim bilir; belki de bir gün tüm bu soruların cevaplarını birilerinden alıyor olacağız. Ne tuhaf değil mi?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İyi ve Kötünün Edebiyat Üzerindeki Etkisi

Riso Amaro Üzerine

Görülmüştür Üzerine