Paths of Glory (Zafer Yolları) Üzerine
Stanley Kubrick'in 1957 yılında yönetmenliğini yapmış olduğu Zafer Yolları, 1.Dünya Savaş'ını tüm çıplaklığıyla anlatmaktan ziyade, savaşı sadece bir unsur olarak kullanan başarılı bir sistem eleştirisidir. Stanley Kubrick'in bu filmi diğer filmlerine göre nedense çok bilinmez. Full Metal Jacket'daki gibi sistem ya da savaş psikolojisi bir kara mizah olmak yerine, son derece gerçekçi ve ciddi bir konu olarak ele alınmıştır.
Albay Dax, idealist bir asker olup görevini layığıyla yerine getirmek için sadece düşmanla değil, kendi etrafındaki ast ve üstleriyle de zaman zaman savaşmaktadır. Siperlere girmesi, atılan bombalardan etkilenmesi, önünde askerlerinin yaralanması ya da öldürülmesi onun için ne kadar sıradan bir hale geldiyse, savaş psikolojisinin etrafındakilere vermiş olduğu duyarsızlık, acımasızlık, adaletsizlik ve bencillik de bir o kadar sıradanlaşmıştır. Savaş esnasında Almanya'nın metalaştırdığı ve hatta yücelttiği aryan blood artık Fransa'nın da üzerine sıçramıştır. Öyle ki; ırkçılığın, üstün görmenin ve ötekileştirmenin tüm izleri de artık Fransa'ya da bulaşmıştır. Kısa zamanda veba gibi yayılan ve Fransa ordusunu da generallerini de etkisine alan bu hastalıktan sadece Albay Dax, kendi zihni ve vicdanıyla kurmuş olduğu karantinada yaşamaktadır. Albay Dax bu zihinsel karantinasıyla artık normalleştirilen uyduruk mahkemeleri, suçlu bulmak için çekilen mide bulandırıcı kuraları sorgular. Generallerle olan her tartışması onun kendi direnişidir. Ne kadar emek harcarsa harcasın, ne askeri kurallara ne de sisteme karşı koyamaz. Kendi başlattığı direniş yine sadece kendi etrafında sona ermektedir. Sistemin getirdikleri içerisinde kendisini ne kadar özgür ya da idealist hissederse hissetsin, sonuç olarak o da bu sistemin bir parçasıdır. Bunu anladığında ise tüm umudunu kaybetmiştir. Umudunu kaybetmiş olmasına rağmen hala direniyor olması ise umutsuzluğunu kat ve kat arttırır. Kısaca o da bu vebadan nasibini alır.
Filmdeki çarpıcı noktalardan birisi de bir teğmenin sormuş olduğu paroladır. Parola Calais'tir. Parolanın Calais olması; Kubrick'in zeka örneklerinden biridir. Film 1.Dünya savaşını anlatmış olsa da, 1.dünya savaşından sonra patlak veren 2.dünya savaşı döneminde günlerce Alman kuvvetler tarafından kuşatılıp bombalanan Fransa kentinin adı Calais'tir. Burada değinilen nokta ilk başta Almanların intikamı gibi görülse de, sadece öyle olduğu kanısına varmak doğru değildir. Yönetmenin asıl değindiği nokta Calais kentinin imkansızlıklar içerisinde, çok düşük bir kuvvetle Fransa ordusu tarafından Almanlara karşı direnmiş bir kentin parola olarak kullanılmasıdır. Calais tam beş gün canla başla direndikten sonra çaresizce teslim olur. İşte bu noktada, Calais derken yüz ifadesi değişen er, Albay Dax'in yansımasıdır aslında. Albay Dax'in çaresizliği, umutsuzluğu ve bu çaresizlik içerisinde sonuna kadar savaşmasıdır. Albay Dax'in direnişiyle, Calais kentinin direniş arasında çok büyük bir fark yoktur. Albay Dax'in çabası, Calais'in çabası, Calais'in teslimiyeti de Albay Dax'in çaresiz teslimiyetidir.
Filmin birkaç sahnesinde Albay Dax, kendisine sadistçe verilen emirleri yerine getirmemek için, üstlerine I pity you! cümlesini üstüne basa söyler. Burada gerçekten de artık onlara acımaya başlamıştır. Zafer, başarı ya da terfi uğruna yapılan vicdansızlıkları savaşın dahi bir etiği olduğunu içten içe belirterek reddeder. Belki de Kant'ın asırlar öncesinde etik üzerine kendini parçalamasının sebeplerinden birisi de budur. Gerçekten de etik savaş dahil pek çok olayın kilit noktasıdır. Ne mükemmel bir ironidir ki; başkalarının acımasızlıkları kendilerine olan acıma duygusunu yaratmaktadır. Keza filmdeki kurşuna dizme sahnesinde de, infaz edilecek olan manga ile onları infaz eden manga arasındaki bakışmalar bunu gösterir. Öldürülecek olan askerler aman dilerken, onları infaz edecek olan manganın elleri tetiğe zor gider. Kurbanlar, maktüllerine acımaktadırlar. Bu merhamet hissi tek taraflı olmamaktadır.
Filmin belki de en vurucu noktası son sahnesidir. Bu sahnede en duyarsız, güçlü, acımasız, robota dönmüş askerler tarafından aşağılanan Alman bir kadından şarkı söylemesi istenmektedir. Alman kadın, karşısında onu alaycı gözlerle, aşağılayıcı bakışlarla ezmeye çalışan Fransız askerlerinin karşısında göz yaşlarını tutamaz ve şarkı söylemeye başlar. O ana kadar onu hor gören, varlığıyla alay eden ki; belki de sırf kadın olduğu için daha vahşi davranan askerlerin birden sesleri kesilir. Kadının söylemiş olduğu parçaya kulak verirler. Almanca bilmedikleri için hep bir ağızdan parçanın sadece melodisine eşlik etmeye başlarlar. Yavaş yavaş belki de savaş boyunca bastırdıkları bilinaçaltlarında birer sarkaç gibi kat katı kesilmiş olan göz yaşları artık isyan bayrağını açmış ve Albay Dax'in onlara anlatmaya çalıştıklarıyla birleşerek yeni bir ordu yaratmıştır. Bu ordu karşısında Fransız askerleri hiçbir direniş gösteremeden mağlup edilirler. Bu savaşın komutanı Albay Dax, kapı eşiğinden Fransız askerlerini izler ve artık zaferi kazandığını düşünür. Bu zafer öyle bir zaferdir ki; tıpkı film gibi simsiyah, umutsuz, çaresiz ve asla değişmeyecek olan düzenin zaferidir. Kısaca değişmeyecek olan bir düzenin stabil kalacak olması, tüm sistemin çizmiş olduğu bir zafer yoludur. Savaşı yine kazanan aslında sistemdir. Kaybedenler ise, artık her şeyin boş ve anlamsız olduğunu anlamış olan Fransız askerleridir. Çünkü acının dili yoktur ve Alman kadının söylediklerini anlamamış olsalar dahi, şarkının o hüzünlü melodisi karşısında geride bıraktıkları çocuklarını, eşlerini, dostlarını hatırlarlar ve o an neden orada olduklarını gerçek anlamda hissederler. Artık içlerine robot mekanizması gibi yerleşen o acımasız mekanik sistem infilak etmiş ve kendilerinden sakladıkları kendi gerçeklikleri ortaya çıkmıştır. Acıyı robotların dahi hissedebildiği bir sistemin en büyük mağluplarıdır.
https://www.youtube.com/watch?v=pJH8hO7VlWE&t=65s
Peki gerçekten 1.dünya harbinde Fransa'nın Almaya karşısında elde ettiği şeyin adı zafer midir? Gerçekten de Fransa bu savaşı kazanmış mıdır? Sahi bu savaşın gerçek galibi kimdir?
Bugün pek çok coğrafyada bu film çekilmeye devam etmektedir. Filmi çeken yönetmenler değişse dahi, oyuncuları ve yaşadıkları psikoloji asla değişmemektedir. Umutsuzluk ve karamsarlığın veba gibi yayıldığı ortamlara sinen kan ve barut kokusu zafer ise, bu savaşın galibini gelin yakından tanıyalım.
Malaperte'nin Kaputt romanındaki son cümle filmin özetidir. Savaşın galibi kimdir diye sorulduğunda romanın hem yazarı hem de baş karakteri olan Malaparte şu cevabı verir:
"Sinekler. Savaşı sinekler kazandı."
Albay Dax, idealist bir asker olup görevini layığıyla yerine getirmek için sadece düşmanla değil, kendi etrafındaki ast ve üstleriyle de zaman zaman savaşmaktadır. Siperlere girmesi, atılan bombalardan etkilenmesi, önünde askerlerinin yaralanması ya da öldürülmesi onun için ne kadar sıradan bir hale geldiyse, savaş psikolojisinin etrafındakilere vermiş olduğu duyarsızlık, acımasızlık, adaletsizlik ve bencillik de bir o kadar sıradanlaşmıştır. Savaş esnasında Almanya'nın metalaştırdığı ve hatta yücelttiği aryan blood artık Fransa'nın da üzerine sıçramıştır. Öyle ki; ırkçılığın, üstün görmenin ve ötekileştirmenin tüm izleri de artık Fransa'ya da bulaşmıştır. Kısa zamanda veba gibi yayılan ve Fransa ordusunu da generallerini de etkisine alan bu hastalıktan sadece Albay Dax, kendi zihni ve vicdanıyla kurmuş olduğu karantinada yaşamaktadır. Albay Dax bu zihinsel karantinasıyla artık normalleştirilen uyduruk mahkemeleri, suçlu bulmak için çekilen mide bulandırıcı kuraları sorgular. Generallerle olan her tartışması onun kendi direnişidir. Ne kadar emek harcarsa harcasın, ne askeri kurallara ne de sisteme karşı koyamaz. Kendi başlattığı direniş yine sadece kendi etrafında sona ermektedir. Sistemin getirdikleri içerisinde kendisini ne kadar özgür ya da idealist hissederse hissetsin, sonuç olarak o da bu sistemin bir parçasıdır. Bunu anladığında ise tüm umudunu kaybetmiştir. Umudunu kaybetmiş olmasına rağmen hala direniyor olması ise umutsuzluğunu kat ve kat arttırır. Kısaca o da bu vebadan nasibini alır.
Filmdeki çarpıcı noktalardan birisi de bir teğmenin sormuş olduğu paroladır. Parola Calais'tir. Parolanın Calais olması; Kubrick'in zeka örneklerinden biridir. Film 1.Dünya savaşını anlatmış olsa da, 1.dünya savaşından sonra patlak veren 2.dünya savaşı döneminde günlerce Alman kuvvetler tarafından kuşatılıp bombalanan Fransa kentinin adı Calais'tir. Burada değinilen nokta ilk başta Almanların intikamı gibi görülse de, sadece öyle olduğu kanısına varmak doğru değildir. Yönetmenin asıl değindiği nokta Calais kentinin imkansızlıklar içerisinde, çok düşük bir kuvvetle Fransa ordusu tarafından Almanlara karşı direnmiş bir kentin parola olarak kullanılmasıdır. Calais tam beş gün canla başla direndikten sonra çaresizce teslim olur. İşte bu noktada, Calais derken yüz ifadesi değişen er, Albay Dax'in yansımasıdır aslında. Albay Dax'in çaresizliği, umutsuzluğu ve bu çaresizlik içerisinde sonuna kadar savaşmasıdır. Albay Dax'in direnişiyle, Calais kentinin direniş arasında çok büyük bir fark yoktur. Albay Dax'in çabası, Calais'in çabası, Calais'in teslimiyeti de Albay Dax'in çaresiz teslimiyetidir.
Filmin birkaç sahnesinde Albay Dax, kendisine sadistçe verilen emirleri yerine getirmemek için, üstlerine I pity you! cümlesini üstüne basa söyler. Burada gerçekten de artık onlara acımaya başlamıştır. Zafer, başarı ya da terfi uğruna yapılan vicdansızlıkları savaşın dahi bir etiği olduğunu içten içe belirterek reddeder. Belki de Kant'ın asırlar öncesinde etik üzerine kendini parçalamasının sebeplerinden birisi de budur. Gerçekten de etik savaş dahil pek çok olayın kilit noktasıdır. Ne mükemmel bir ironidir ki; başkalarının acımasızlıkları kendilerine olan acıma duygusunu yaratmaktadır. Keza filmdeki kurşuna dizme sahnesinde de, infaz edilecek olan manga ile onları infaz eden manga arasındaki bakışmalar bunu gösterir. Öldürülecek olan askerler aman dilerken, onları infaz edecek olan manganın elleri tetiğe zor gider. Kurbanlar, maktüllerine acımaktadırlar. Bu merhamet hissi tek taraflı olmamaktadır.
Filmin belki de en vurucu noktası son sahnesidir. Bu sahnede en duyarsız, güçlü, acımasız, robota dönmüş askerler tarafından aşağılanan Alman bir kadından şarkı söylemesi istenmektedir. Alman kadın, karşısında onu alaycı gözlerle, aşağılayıcı bakışlarla ezmeye çalışan Fransız askerlerinin karşısında göz yaşlarını tutamaz ve şarkı söylemeye başlar. O ana kadar onu hor gören, varlığıyla alay eden ki; belki de sırf kadın olduğu için daha vahşi davranan askerlerin birden sesleri kesilir. Kadının söylemiş olduğu parçaya kulak verirler. Almanca bilmedikleri için hep bir ağızdan parçanın sadece melodisine eşlik etmeye başlarlar. Yavaş yavaş belki de savaş boyunca bastırdıkları bilinaçaltlarında birer sarkaç gibi kat katı kesilmiş olan göz yaşları artık isyan bayrağını açmış ve Albay Dax'in onlara anlatmaya çalıştıklarıyla birleşerek yeni bir ordu yaratmıştır. Bu ordu karşısında Fransız askerleri hiçbir direniş gösteremeden mağlup edilirler. Bu savaşın komutanı Albay Dax, kapı eşiğinden Fransız askerlerini izler ve artık zaferi kazandığını düşünür. Bu zafer öyle bir zaferdir ki; tıpkı film gibi simsiyah, umutsuz, çaresiz ve asla değişmeyecek olan düzenin zaferidir. Kısaca değişmeyecek olan bir düzenin stabil kalacak olması, tüm sistemin çizmiş olduğu bir zafer yoludur. Savaşı yine kazanan aslında sistemdir. Kaybedenler ise, artık her şeyin boş ve anlamsız olduğunu anlamış olan Fransız askerleridir. Çünkü acının dili yoktur ve Alman kadının söylediklerini anlamamış olsalar dahi, şarkının o hüzünlü melodisi karşısında geride bıraktıkları çocuklarını, eşlerini, dostlarını hatırlarlar ve o an neden orada olduklarını gerçek anlamda hissederler. Artık içlerine robot mekanizması gibi yerleşen o acımasız mekanik sistem infilak etmiş ve kendilerinden sakladıkları kendi gerçeklikleri ortaya çıkmıştır. Acıyı robotların dahi hissedebildiği bir sistemin en büyük mağluplarıdır.
https://www.youtube.com/watch?v=pJH8hO7VlWE&t=65s
Peki gerçekten 1.dünya harbinde Fransa'nın Almaya karşısında elde ettiği şeyin adı zafer midir? Gerçekten de Fransa bu savaşı kazanmış mıdır? Sahi bu savaşın gerçek galibi kimdir?
Bugün pek çok coğrafyada bu film çekilmeye devam etmektedir. Filmi çeken yönetmenler değişse dahi, oyuncuları ve yaşadıkları psikoloji asla değişmemektedir. Umutsuzluk ve karamsarlığın veba gibi yayıldığı ortamlara sinen kan ve barut kokusu zafer ise, bu savaşın galibini gelin yakından tanıyalım.
Malaperte'nin Kaputt romanındaki son cümle filmin özetidir. Savaşın galibi kimdir diye sorulduğunda romanın hem yazarı hem de baş karakteri olan Malaparte şu cevabı verir:
"Sinekler. Savaşı sinekler kazandı."
Yorumlar
Yorum Gönder