Gone Girl Üzerine
Gillian Flynn tarafından 2012'de yazılmış olan Gone Girl (Kayıp Kız) adlı roman, aynı zamanda 2014 yılında da David Fincher tarafından beyaz perdeye taşınmıştır.
Filmin konusunu kısaca özetlemek gerekirse; aralarındaki ilişki git gide anormalleşmeye başlayan sosyopat bir adamla (Nick), obsesis-kompulsif bozukluğu olan bir kadının (Amy) birbirlerine ve kendilerine karşı olan mücadelenin verdiği korkutucu sonuçlardır diyebiliriz. İlk sahnelerde Amy'nin, Nick'e karşı gayet masum bir aşk beslediğini düşünürüz. Oysa Amy'nin Nick'le girdiği hemen tüm diyaloglarda kullandığı kelimelere dikkat edersek, Amy'nin pek de sağlıklı bir kadın olmadığını sezeriz. Nick, Amy ile tanışırken ona sadece "kimsin sen?" der. Romantik bir ortam oluşturma havasına giren Nick ise, aldığı şıklar karşısında sadece akıl yürütür. Zira Nick bir sosyopat olmasaydı, kimsin sen dediği kişiden alacağı cevap çok daha net ve kısa olurdu.
C seçeneğinde ise dergiler için kişilik anketleri hazırlayan bir yazar olduğunu söyler. Nick, Sherlock Holmes olmaya soyunur, keza kendisi de Sherlock Holmes gibi bir sosyopattır ve Amy'i oracıkta tahlil ederek verdiği cevapla Amy'i şaşırtır. İşte bu noktadan sonra Amy'nin deyim yerindeyse Nick'e karşı ağzının suyu akar ve ona hiç bir şekilde normalize edilemiyecek bir aşk beslemeye başlar. Aslında Amy Nick'e değil, bir sapyoseksüel edasyıla onun zekasına ve hatta sosyopatlığına kurban gitmektedir.
Çok geçmeden aynı yuvayı paylaşmaya başladıklarında ise Amy'nin içindeki aşk git gide bir obsesyona dönüşmeye başlar. İşte tam burada ciddi bir transformasyon söz konusudur. DNA'sının içine sanki yabancı bir gen girmiş gibi davranmaya başlar. Bu davranış değişiklikleri o kadar belirgindir ki; Amy'nin iç sesiyle konuştuğu her sekansda hissedilir. Örneğin Amy istemeye istemeye Nick'e şahsi yatırımından yüklü meblağlar vermekte, hoşuna gitmese bile evin en olmadık köşelerinde onunla cinsel ilişkiye girmekte, gece Nick'in tek başına dışarı çıkmasına bile göz yummaktadır. Nick'in işsiz kaldığı sürede bile kısıtlı olan paralarını video oyunlarına yatırması gibi tutumsuzluklarına bile uzun süre ses çıkarmaz. Bir süre sonra ise Amy'i isyan noktasına götüren nokta ise Nick gibi bir sosyopatın artık kendisiyle hiç ilgilenmiyor olmasıdır. Amy'nin belki de hesap edemediği tek nokta Nick'in sosyopatlığının sadece çekici ve ilginç olması değil, tıpkı hislerini bir operasyonla aldırmış, vicdan denen histen yoksun, tamamen maddi kaygılarla yaşayan ve seks, barınma, yeme-içme gibi Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisinin ilk seviyesinde yaşayan, dahasını kabul etmek istemeyen bir adam olmasından dolayı kendisine verecek olduğu rahatsızlıktır. Zira tüm sosyopatlar vicdandan, sevgiden ve kederden uzak yaşarlar. Sağlıklı düşünmek ve kendi çıkarlarını kollayabilmek adına hemen her türlü davranışı dahi sergilerler. Zira cinsel haz uğruna Nick Amy'i bir üniversite öğrencisiyle aldatır ve Amy sürpriz yapmak için çalıştığı yere geldiğinde duygusal yıkıma uğrar. Çünkü Nick, tıpkı Amy'e ilk tanıştıklarında yaptığı hareketi aynı hislerle genç bir kıza da yapmaktadır. Buraya kadar Nick'i suçlarız (keza kendisin Amy'e haksızlık yaptığını görürüz) ve kendisine kızarız. Peki Amy'nin ruhsal savunma mekanizması ne derece haklı bulunabilir?
Amy artık olanlara katlanamaz ve hem kullanıldığını hem de aldatıldığını iyice anladığında intikam planları kurar. Kurduğu planlar ise onu aldatmak, küçük düşürmek ya da terk etmek kadar basit değildir. Amy'nin planlarını gördüğümüzde, kendisinin bir sosyopattan çok daha tehlikeli bir yaratığa evrildiğini anlarız. İntikam almak uğruna kendi canını bile hiçe sayar, hapse girmeyi göze alır ve kendisine tecavüz uğramış ve hatta katledilmiş süsü verir. Nick'in her yerde onu aramasını takip eder ve onunla alay eder. Ona acı çektirmekten zevk almaktadır. Amy artık patolojik bir vakadır ve onu hiç bir psikyatrist tedavi edemeyecektir. Eğer Orta Çağ'da yaşamış olsa, belki de cadı olarak suçlanıp yakılacak ya da ruhu şeytan tarafından ele geçirildi sanılacak bir kadındır artık. Kontrolü tamamen kaybetmiştir.
Bu noktada Amy'i ne kadar masum görebiliriz? Amy Nick'ten intikam almaya çalışırken aldığı aksiyonların hiç biri aşk uğruna değildir. Sorun Amy'nin bizatihi kendisidir. Amy, bir obsesiftir ve ne düşüncelerini, ne kaygılarını ne de davranışlarını asla kontrol altına alamaz. Her ne kadar planları tıkır tıkır işlese de, kendisini bu noktaya getiren saplantılarından asla kurtulamaz. Vücudu dopamin, oksitosin ve vazopressin ve serotonin salgılamak yerine tamamen stress ve endişeye sebep olacak, hatta onu paranoyaklık seviyesinin çok daha ötesine götürecek kimysalları salgılamaya başlar. Kendisine kayıp kız süsü vererek kocasının katil olduğu algısını yaratmaktan bile bir süre sonra sırf ona olan saplantısından dolayı vazgeçer ve kaçırılmış numarası yaparak tekrar onunla birlikte olmak ister. Böylesine anormal bir saplantıya tutunurken, hedefine varmaya çalıştığı esnada suçsuz bir insanı vahşice öldürmekten bile çekinmez.
Artık roller değişmiştir. Amy'nin saplantısı kendisini Nick'e çevirmiş, Nick ise Amy'nin baştaki masum haline dönüşmüştür. Hastalıklı insanların aralarındaki mesafeye rağmen, birbirleriyle olan iletişim ısrarının ne kadar trajik sonuçlar doğurduğunu tam olarak sezemesek de, filmin sonunda artık bundan emin oluruz.
Eğer aşık olduğumuz insan uğruna yapmayacağımız hiçbir şey yoksa bu biz ne cesur, ne de dürüst kılar. Bu aslında tam bir obsesif olduğumuzun göstergesidir. Psikotik bozukluk, şizofreni ve hatta border line muzdaripi olmak için, genel olarak endişieli ve kaygılı insanların bulaşması gereken en son şey nedir diye sorulursa bunun cevabını "aşk" olarak vermek belki de yanlış olmaz.
Belki de aşık olduğumuz kişiyi düşünürken bir yandan da aynaya bakmalıyız. Onu düşünürken aynadan kendi gözlerimizin içine bakarsak karşımızda daha önce hiç karşılaşmadığımız, ürkütücü bir yaratık bulabiliriz.
Kim Şeytan'a duyduğu aşk yüzünden onu Tanrı'dan af dilemeye ikna edecek kadar korkunç bir yaratık olmak ister ki? Yaşamın doğal akışında ilerleyen her şey bir sessiz nehir gibi huzur verirken, ruhumuzda ve beynimizde yarattığımız korkunç akıntılara tutunmanın anlamı nedir?
Filmin konusunu kısaca özetlemek gerekirse; aralarındaki ilişki git gide anormalleşmeye başlayan sosyopat bir adamla (Nick), obsesis-kompulsif bozukluğu olan bir kadının (Amy) birbirlerine ve kendilerine karşı olan mücadelenin verdiği korkutucu sonuçlardır diyebiliriz. İlk sahnelerde Amy'nin, Nick'e karşı gayet masum bir aşk beslediğini düşünürüz. Oysa Amy'nin Nick'le girdiği hemen tüm diyaloglarda kullandığı kelimelere dikkat edersek, Amy'nin pek de sağlıklı bir kadın olmadığını sezeriz. Nick, Amy ile tanışırken ona sadece "kimsin sen?" der. Romantik bir ortam oluşturma havasına giren Nick ise, aldığı şıklar karşısında sadece akıl yürütür. Zira Nick bir sosyopat olmasaydı, kimsin sen dediği kişiden alacağı cevap çok daha net ve kısa olurdu.
C seçeneğinde ise dergiler için kişilik anketleri hazırlayan bir yazar olduğunu söyler. Nick, Sherlock Holmes olmaya soyunur, keza kendisi de Sherlock Holmes gibi bir sosyopattır ve Amy'i oracıkta tahlil ederek verdiği cevapla Amy'i şaşırtır. İşte bu noktadan sonra Amy'nin deyim yerindeyse Nick'e karşı ağzının suyu akar ve ona hiç bir şekilde normalize edilemiyecek bir aşk beslemeye başlar. Aslında Amy Nick'e değil, bir sapyoseksüel edasyıla onun zekasına ve hatta sosyopatlığına kurban gitmektedir.
Çok geçmeden aynı yuvayı paylaşmaya başladıklarında ise Amy'nin içindeki aşk git gide bir obsesyona dönüşmeye başlar. İşte tam burada ciddi bir transformasyon söz konusudur. DNA'sının içine sanki yabancı bir gen girmiş gibi davranmaya başlar. Bu davranış değişiklikleri o kadar belirgindir ki; Amy'nin iç sesiyle konuştuğu her sekansda hissedilir. Örneğin Amy istemeye istemeye Nick'e şahsi yatırımından yüklü meblağlar vermekte, hoşuna gitmese bile evin en olmadık köşelerinde onunla cinsel ilişkiye girmekte, gece Nick'in tek başına dışarı çıkmasına bile göz yummaktadır. Nick'in işsiz kaldığı sürede bile kısıtlı olan paralarını video oyunlarına yatırması gibi tutumsuzluklarına bile uzun süre ses çıkarmaz. Bir süre sonra ise Amy'i isyan noktasına götüren nokta ise Nick gibi bir sosyopatın artık kendisiyle hiç ilgilenmiyor olmasıdır. Amy'nin belki de hesap edemediği tek nokta Nick'in sosyopatlığının sadece çekici ve ilginç olması değil, tıpkı hislerini bir operasyonla aldırmış, vicdan denen histen yoksun, tamamen maddi kaygılarla yaşayan ve seks, barınma, yeme-içme gibi Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisinin ilk seviyesinde yaşayan, dahasını kabul etmek istemeyen bir adam olmasından dolayı kendisine verecek olduğu rahatsızlıktır. Zira tüm sosyopatlar vicdandan, sevgiden ve kederden uzak yaşarlar. Sağlıklı düşünmek ve kendi çıkarlarını kollayabilmek adına hemen her türlü davranışı dahi sergilerler. Zira cinsel haz uğruna Nick Amy'i bir üniversite öğrencisiyle aldatır ve Amy sürpriz yapmak için çalıştığı yere geldiğinde duygusal yıkıma uğrar. Çünkü Nick, tıpkı Amy'e ilk tanıştıklarında yaptığı hareketi aynı hislerle genç bir kıza da yapmaktadır. Buraya kadar Nick'i suçlarız (keza kendisin Amy'e haksızlık yaptığını görürüz) ve kendisine kızarız. Peki Amy'nin ruhsal savunma mekanizması ne derece haklı bulunabilir?
Amy artık olanlara katlanamaz ve hem kullanıldığını hem de aldatıldığını iyice anladığında intikam planları kurar. Kurduğu planlar ise onu aldatmak, küçük düşürmek ya da terk etmek kadar basit değildir. Amy'nin planlarını gördüğümüzde, kendisinin bir sosyopattan çok daha tehlikeli bir yaratığa evrildiğini anlarız. İntikam almak uğruna kendi canını bile hiçe sayar, hapse girmeyi göze alır ve kendisine tecavüz uğramış ve hatta katledilmiş süsü verir. Nick'in her yerde onu aramasını takip eder ve onunla alay eder. Ona acı çektirmekten zevk almaktadır. Amy artık patolojik bir vakadır ve onu hiç bir psikyatrist tedavi edemeyecektir. Eğer Orta Çağ'da yaşamış olsa, belki de cadı olarak suçlanıp yakılacak ya da ruhu şeytan tarafından ele geçirildi sanılacak bir kadındır artık. Kontrolü tamamen kaybetmiştir.
Bu noktada Amy'i ne kadar masum görebiliriz? Amy Nick'ten intikam almaya çalışırken aldığı aksiyonların hiç biri aşk uğruna değildir. Sorun Amy'nin bizatihi kendisidir. Amy, bir obsesiftir ve ne düşüncelerini, ne kaygılarını ne de davranışlarını asla kontrol altına alamaz. Her ne kadar planları tıkır tıkır işlese de, kendisini bu noktaya getiren saplantılarından asla kurtulamaz. Vücudu dopamin, oksitosin ve vazopressin ve serotonin salgılamak yerine tamamen stress ve endişeye sebep olacak, hatta onu paranoyaklık seviyesinin çok daha ötesine götürecek kimysalları salgılamaya başlar. Kendisine kayıp kız süsü vererek kocasının katil olduğu algısını yaratmaktan bile bir süre sonra sırf ona olan saplantısından dolayı vazgeçer ve kaçırılmış numarası yaparak tekrar onunla birlikte olmak ister. Böylesine anormal bir saplantıya tutunurken, hedefine varmaya çalıştığı esnada suçsuz bir insanı vahşice öldürmekten bile çekinmez.
Artık roller değişmiştir. Amy'nin saplantısı kendisini Nick'e çevirmiş, Nick ise Amy'nin baştaki masum haline dönüşmüştür. Hastalıklı insanların aralarındaki mesafeye rağmen, birbirleriyle olan iletişim ısrarının ne kadar trajik sonuçlar doğurduğunu tam olarak sezemesek de, filmin sonunda artık bundan emin oluruz.
Eğer aşık olduğumuz insan uğruna yapmayacağımız hiçbir şey yoksa bu biz ne cesur, ne de dürüst kılar. Bu aslında tam bir obsesif olduğumuzun göstergesidir. Psikotik bozukluk, şizofreni ve hatta border line muzdaripi olmak için, genel olarak endişieli ve kaygılı insanların bulaşması gereken en son şey nedir diye sorulursa bunun cevabını "aşk" olarak vermek belki de yanlış olmaz.
Belki de aşık olduğumuz kişiyi düşünürken bir yandan da aynaya bakmalıyız. Onu düşünürken aynadan kendi gözlerimizin içine bakarsak karşımızda daha önce hiç karşılaşmadığımız, ürkütücü bir yaratık bulabiliriz.
Kim Şeytan'a duyduğu aşk yüzünden onu Tanrı'dan af dilemeye ikna edecek kadar korkunç bir yaratık olmak ister ki? Yaşamın doğal akışında ilerleyen her şey bir sessiz nehir gibi huzur verirken, ruhumuzda ve beynimizde yarattığımız korkunç akıntılara tutunmanın anlamı nedir?
Yorumlar
Yorum Gönder