Şems... (Yaşanmamış fakat gerçek bir hikaye)
Karıncanın rızkı kavrulmuş, beton üzerinde biten ot kurumuş, doğa tümden yorulmuş... Hastane camından içeri giren güneş kanımızı derin derin içine çekiyor hararetini gidermek için. Hepimizin gözü İlhami Bey'in üzerinde. Son arzusunu söyleyip ilk defa yalnız başına yolculuğa çıkacak belki de. Heyhat, konuşamıyor. Parmağını cama uzatıp tek kelime edebiliyor, "şems, şems!". Güneşi gösterdiklerini düşünüyor yanında bulunan erkanı ve akrabaları. Güneşi paketleyip veremezler, verseler bile elinin tersiyle iter canının son gramıyla, bilmezler ki. Ben bilirim bir tek o şemsi.
Etrafını izliyor, hiçbir şeye bakmıyordu. Bakınca görecek neyi vardı zaten. Servetine rağmen defalarca kolalattığı kahverengi kadife gömleği, kolları yamalı ceketini ve eskimekten sıkılan pantolonu onunla bütünleşmişti. Göreceğini görmüş, göremediklerinden vazgeçmişti. Yaz kış taşıdığı elli senelik şemsiyesinin çiçek desenleri rengiyle birlikte solmuş, adeta naylon bir mezarın içinde gibiydi. Vazgeçemezdi ondan. Kimi deli mi bu diye gülüp geçer, kimi içinden tövbe çekerdi sanki onun günahını işlemiş gibi. Bir ben bilirdim o şemsiyeyi. Bir sabah sağlığında şirketinin başındayken toplantıda baş köşeye oturtulmuş bir şemsiyeydi o. Önüne çay kahve servisi dahi yapılmıştı. Gelen ecnebi iş adamları sükunetlerini korumuş, gülümsememişlerdi bile. Velhasıl 100 milyon liralık ihaleyi de vermemişlerdi. Zaten ne olduysa o günden sonra oldu. İlhami Bey'in gel-gitleri onu yordu, yüz milyon liralık ihalenin pencere gören muhabbet kuşu gibi kaçtığını anlayınca başını tuta tuta kendini yerlere attı. Kurtardık ama o kurtulamadı. Beyin kanaması... Felç oldu ve daha çıkamadı yatağından, firma da batağından.
Eşi Süheyla Hanım öleli çok olur ya, her şeyin başlangıcıdır kendisi. İlhami Bey'in ona aldığı şimdi rengi gitmiş lacivert ve gül desenli şemsiyeyle birlikte ıslanıp kurulanmış, ilk kez ona o sokakta sarılırken gözleri gitmiş. Şemsiye sembolleri oluvermiş. Çocukları olmamış ama gerek de yokmuş. Şemsiyelerini aşkla büyütmüşler işte, can vermişler ona. Kendilerinden daha da kendileri olmuş yuvalarında. O şemsiye olmuş hep aşkları, çocuk sevdaları, bütünlükleri. Süheyla Hanım ölürken dahi genzinden ağzına gelen kanlar o şemsiyeye fışkırmış. İlhami Bey acısından aklını oynatıncaya kadar gözü gibi bakmış şemsiyeye. Sonrasında ise ona bakmayı bırakıp ruhunu tamamen o şemsiyeye aktarmış. Sokaktan gelen geçene tramvayda, otobüste, vapurda şemsiye bulduğunu anlatıp durmuş. Şemsiyenin sahibi olup olmadığını sormuş Süheyla Hanım'ın endamına sahip kadınlara. Her gelen ya gülüp geçmiş, ya polise şikayet etmiş. Hep raporundan sıyırmış kendini.
İnsanlar acımasız oğlu acımasız bu dünyada. İlhami Bey'in hasta yatağının yanındaki komidine koydum o şemsiyeyi, onla beraber gitsin ahirete diye. Keza ruhu artık onun içinde hapis, kim bilir? Şimdi ben bu acımasız erkana, akrabaya nasıl anlatırım şemsi şemsiye diye? Onun şemsidir gerçi o şemsiye, belki onunla beraber doğacaktır kim bilir...
(17.08.2019 Tarihinde Otogar-Ssk yönünde unutulan bir şemsiye gören hastalıklı bir zihin tarafından tramvayda not alınarak yazılmıştır.
Etrafını izliyor, hiçbir şeye bakmıyordu. Bakınca görecek neyi vardı zaten. Servetine rağmen defalarca kolalattığı kahverengi kadife gömleği, kolları yamalı ceketini ve eskimekten sıkılan pantolonu onunla bütünleşmişti. Göreceğini görmüş, göremediklerinden vazgeçmişti. Yaz kış taşıdığı elli senelik şemsiyesinin çiçek desenleri rengiyle birlikte solmuş, adeta naylon bir mezarın içinde gibiydi. Vazgeçemezdi ondan. Kimi deli mi bu diye gülüp geçer, kimi içinden tövbe çekerdi sanki onun günahını işlemiş gibi. Bir ben bilirdim o şemsiyeyi. Bir sabah sağlığında şirketinin başındayken toplantıda baş köşeye oturtulmuş bir şemsiyeydi o. Önüne çay kahve servisi dahi yapılmıştı. Gelen ecnebi iş adamları sükunetlerini korumuş, gülümsememişlerdi bile. Velhasıl 100 milyon liralık ihaleyi de vermemişlerdi. Zaten ne olduysa o günden sonra oldu. İlhami Bey'in gel-gitleri onu yordu, yüz milyon liralık ihalenin pencere gören muhabbet kuşu gibi kaçtığını anlayınca başını tuta tuta kendini yerlere attı. Kurtardık ama o kurtulamadı. Beyin kanaması... Felç oldu ve daha çıkamadı yatağından, firma da batağından.
Eşi Süheyla Hanım öleli çok olur ya, her şeyin başlangıcıdır kendisi. İlhami Bey'in ona aldığı şimdi rengi gitmiş lacivert ve gül desenli şemsiyeyle birlikte ıslanıp kurulanmış, ilk kez ona o sokakta sarılırken gözleri gitmiş. Şemsiye sembolleri oluvermiş. Çocukları olmamış ama gerek de yokmuş. Şemsiyelerini aşkla büyütmüşler işte, can vermişler ona. Kendilerinden daha da kendileri olmuş yuvalarında. O şemsiye olmuş hep aşkları, çocuk sevdaları, bütünlükleri. Süheyla Hanım ölürken dahi genzinden ağzına gelen kanlar o şemsiyeye fışkırmış. İlhami Bey acısından aklını oynatıncaya kadar gözü gibi bakmış şemsiyeye. Sonrasında ise ona bakmayı bırakıp ruhunu tamamen o şemsiyeye aktarmış. Sokaktan gelen geçene tramvayda, otobüste, vapurda şemsiye bulduğunu anlatıp durmuş. Şemsiyenin sahibi olup olmadığını sormuş Süheyla Hanım'ın endamına sahip kadınlara. Her gelen ya gülüp geçmiş, ya polise şikayet etmiş. Hep raporundan sıyırmış kendini.
İnsanlar acımasız oğlu acımasız bu dünyada. İlhami Bey'in hasta yatağının yanındaki komidine koydum o şemsiyeyi, onla beraber gitsin ahirete diye. Keza ruhu artık onun içinde hapis, kim bilir? Şimdi ben bu acımasız erkana, akrabaya nasıl anlatırım şemsi şemsiye diye? Onun şemsidir gerçi o şemsiye, belki onunla beraber doğacaktır kim bilir...
(17.08.2019 Tarihinde Otogar-Ssk yönünde unutulan bir şemsiye gören hastalıklı bir zihin tarafından tramvayda not alınarak yazılmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder