Görülmüştür Üzerine
"Hisset, düşün ve yap" döngüsünü bozduğumuz an normal yaşam rotamızdan çıkarız ve o rotayı tekrar bulana kadar soluk alamaz, ruhumuzu dinleyemez ve sükuneti kendimizden çok uzak yerlerde ararız. Dibimizde durduğu halde saatlerce aradığımız bir nesne haline gelir dinginlik ve geçen zamanın üzerimizde yarattığı tahribat hafife alınamayacak kadar önemlidir.
Döngüyü kırmaktan daha tehlikelisi de döngüyü kırdığımızın farkında olmamıza rağmen pusulasız bir halde kapkaranlık bir yolda hızla ilerlemeye devam ederiz. Ne sert bir duvara çarpacak olmamız ne de bir uçurumdan düşecek olmamızın hiçbir önemi yoktur. Üçünden biri eksikse muhakkak "saplantı" denen o iğrenç duygu sarar bizi ve teslim oluruz.
Zakir düşünmeyi bırakır, doğrudan uygulamaya geçer sonunda düşünmeyi unutur. Çalştığı ceza evininde eşini ziyarete gelen bir kadın, sadece bir fotoğraf karesinde karşısına çıkmasına rağmen, kadını fazlasıyla hisseder. Bakışlarında anlam arar, yalnızlığına anlam katar, zihnine bile anlam katar. Anlam kattığı tek şey ise bilinmez, kaotik bir anlamsızlıktan ibarettir. Kadının her mektubunu, her ziyaretini kendisiyle ilişkilendirir ve bir kere bile diyaloğa girmediği bir insanı hayatının odak noktası haline getirir. Oysa bir yandan onu seven, ona değer veren ve ondan beklentileri olan başka bir kadın vardır ve aslında onun yalnızlığına son verecek bir deux ex machinadır.
Zakir'in hissiyatından sonra düşünce gelmiş olsaydı, Zakir fotoğrafta gördüğü kadın hakkında düşündüklerini kaleme alacaktı. O ise; kadının konuşmalarını dinleyip onunla ilgili tüm gerçeği öğrenmekten başka bir şey düşünemedi. Yine döngüyü bozdu ve artık kadından başka bir şey düşünemez oldu. Zakir'in saplantısı onu belki de işten atacak kadar ileriye götürecek aksiyonlar almasına bile sebep oldu. Gündüz vakti yasak olmasına rağmen infaz koruma memuru üniformasıyla birlikte kadını takip etti. Yine döngüyü bozdu. Ne düşündü, ne hissetti. Sadece yaptı. Yapması gerektiğine inandığı için yaptı. İnanç sistemi o kadar kör ve hatta dogmatik bir hal almıştı ki düşünce ya da hissiyat onun için anlamsızlaşmıştı. Zakir'in saplantısı devam ediyordu...
Döngüyü bozup, herhangi birini ya da bir şeyi saplantı ya da odak noktamız haline getirdiğimizde kendimize vereceğimiz hasarın hiç bir sınırı yoktur. Sartre'nın da söylediği gibi aslında gerçekten de "cehennem başkalarıdır." Kendimizi, öz varlıklarıyla ve hatta yaşam formlarıyla ya da tarzlarıyla ilişkilendirerek anlam yüklediğimiz anlamsızlıklara öyle hapsederiz ki; oradaki ateş bedenimizi eritene kadar bizi yakar, kemiklerimizi toz edene kadar bizi ezer ve kan kusturana kadar zehirler. Bundan başlarda mazoşistçe bir zevk alsak bile bir süre sonra bu işkence acı vermemeye başlar. Hayat rutini haline gelir ve akıl sağlığımızı tam anlamıyla yitirmemize sebep olur.
Zakir'i bir kenara bırakıp, Zakir'in içine düştüğü durumu anlayan ve ondan hala aşk beklentisi olan Emel'in durumu ise Zakir'den çok daha acınasıdır. Emel, saplantılı bir adamı saplantı haline getirmekte ve git gide ondan daha da fazla umut beklemektedir. Saplantısını bitirmesi için elinden geleni yapar ve hatta Zakir'in normal bir insanın ruh haliyle asla yapmayacağı davranışlara bile ayak uydurmaktan çekinmez. Saplantı bir kanser türü olmasa da veba gibi bulaşıcı bir hal alır. Saplantılı bir insana duyulan en ufak bir ilgi kısa zamanda onun yaşam tarzını yadırgıyor olmamıza rağmen, yadırgamanın bizatihi kendisinin saplantı olduğunu anlayamayacak kadar korkunç bir durumun içinde olduğumuzun farkına bile varamayacak hale getirir bizi.
Zakir'in görevi gereği, terör suçuyla ceza çeken mahkumların göndermiş olduğu mektuplardaki şifreli ve dikkat çekici kelimeleri karalaması, onun için görev olmaktan çıkmış; hayatının misyonu haline gelmiştir. Zakir karalayarak silmeye çalışır, fakat silemez. Gerçeğin gerçek olduğunu kendisi de bildiği halde karalamaya devam eder ama beyninden silemez. Ve dayanamaz, mektuba ekler. "İŞKENCE VAR." Belki de farkındalığının ulaştığı maksimum seviye burada sonlanır. Gerçekleri görüyor olmasına rağmen, karalamaya devam eder. Karalar, karalar, karalar ama kelimeler zihnindedir. Benliğindedir ve onu ele geçirir. Kadına gidecek olan mektubun sahibi, yani mahkum eşin yazdıkları karalansa bile Zakir'e ulaşmıştır...
Zakir'in saplantısı ne yalnızlığına karşı bir koruma mekanizması ne de toplum, devlet, suç, adalet, yargı gibi sistemlere karşı çıkmak için yaratılmıştır. Zakir döngüyü bozmuştur ve bunu da zamanıyla, enerjisiyle, zihniyle ödemiştir... Ve artık hiçbirini geri getiremez.
Döngüyü kırmaktan daha tehlikelisi de döngüyü kırdığımızın farkında olmamıza rağmen pusulasız bir halde kapkaranlık bir yolda hızla ilerlemeye devam ederiz. Ne sert bir duvara çarpacak olmamız ne de bir uçurumdan düşecek olmamızın hiçbir önemi yoktur. Üçünden biri eksikse muhakkak "saplantı" denen o iğrenç duygu sarar bizi ve teslim oluruz.
Zakir düşünmeyi bırakır, doğrudan uygulamaya geçer sonunda düşünmeyi unutur. Çalştığı ceza evininde eşini ziyarete gelen bir kadın, sadece bir fotoğraf karesinde karşısına çıkmasına rağmen, kadını fazlasıyla hisseder. Bakışlarında anlam arar, yalnızlığına anlam katar, zihnine bile anlam katar. Anlam kattığı tek şey ise bilinmez, kaotik bir anlamsızlıktan ibarettir. Kadının her mektubunu, her ziyaretini kendisiyle ilişkilendirir ve bir kere bile diyaloğa girmediği bir insanı hayatının odak noktası haline getirir. Oysa bir yandan onu seven, ona değer veren ve ondan beklentileri olan başka bir kadın vardır ve aslında onun yalnızlığına son verecek bir deux ex machinadır.
Zakir'in hissiyatından sonra düşünce gelmiş olsaydı, Zakir fotoğrafta gördüğü kadın hakkında düşündüklerini kaleme alacaktı. O ise; kadının konuşmalarını dinleyip onunla ilgili tüm gerçeği öğrenmekten başka bir şey düşünemedi. Yine döngüyü bozdu ve artık kadından başka bir şey düşünemez oldu. Zakir'in saplantısı onu belki de işten atacak kadar ileriye götürecek aksiyonlar almasına bile sebep oldu. Gündüz vakti yasak olmasına rağmen infaz koruma memuru üniformasıyla birlikte kadını takip etti. Yine döngüyü bozdu. Ne düşündü, ne hissetti. Sadece yaptı. Yapması gerektiğine inandığı için yaptı. İnanç sistemi o kadar kör ve hatta dogmatik bir hal almıştı ki düşünce ya da hissiyat onun için anlamsızlaşmıştı. Zakir'in saplantısı devam ediyordu...
Döngüyü bozup, herhangi birini ya da bir şeyi saplantı ya da odak noktamız haline getirdiğimizde kendimize vereceğimiz hasarın hiç bir sınırı yoktur. Sartre'nın da söylediği gibi aslında gerçekten de "cehennem başkalarıdır." Kendimizi, öz varlıklarıyla ve hatta yaşam formlarıyla ya da tarzlarıyla ilişkilendirerek anlam yüklediğimiz anlamsızlıklara öyle hapsederiz ki; oradaki ateş bedenimizi eritene kadar bizi yakar, kemiklerimizi toz edene kadar bizi ezer ve kan kusturana kadar zehirler. Bundan başlarda mazoşistçe bir zevk alsak bile bir süre sonra bu işkence acı vermemeye başlar. Hayat rutini haline gelir ve akıl sağlığımızı tam anlamıyla yitirmemize sebep olur.
Zakir'i bir kenara bırakıp, Zakir'in içine düştüğü durumu anlayan ve ondan hala aşk beklentisi olan Emel'in durumu ise Zakir'den çok daha acınasıdır. Emel, saplantılı bir adamı saplantı haline getirmekte ve git gide ondan daha da fazla umut beklemektedir. Saplantısını bitirmesi için elinden geleni yapar ve hatta Zakir'in normal bir insanın ruh haliyle asla yapmayacağı davranışlara bile ayak uydurmaktan çekinmez. Saplantı bir kanser türü olmasa da veba gibi bulaşıcı bir hal alır. Saplantılı bir insana duyulan en ufak bir ilgi kısa zamanda onun yaşam tarzını yadırgıyor olmamıza rağmen, yadırgamanın bizatihi kendisinin saplantı olduğunu anlayamayacak kadar korkunç bir durumun içinde olduğumuzun farkına bile varamayacak hale getirir bizi.
Zakir'in görevi gereği, terör suçuyla ceza çeken mahkumların göndermiş olduğu mektuplardaki şifreli ve dikkat çekici kelimeleri karalaması, onun için görev olmaktan çıkmış; hayatının misyonu haline gelmiştir. Zakir karalayarak silmeye çalışır, fakat silemez. Gerçeğin gerçek olduğunu kendisi de bildiği halde karalamaya devam eder ama beyninden silemez. Ve dayanamaz, mektuba ekler. "İŞKENCE VAR." Belki de farkındalığının ulaştığı maksimum seviye burada sonlanır. Gerçekleri görüyor olmasına rağmen, karalamaya devam eder. Karalar, karalar, karalar ama kelimeler zihnindedir. Benliğindedir ve onu ele geçirir. Kadına gidecek olan mektubun sahibi, yani mahkum eşin yazdıkları karalansa bile Zakir'e ulaşmıştır...
Zakir'in saplantısı ne yalnızlığına karşı bir koruma mekanizması ne de toplum, devlet, suç, adalet, yargı gibi sistemlere karşı çıkmak için yaratılmıştır. Zakir döngüyü bozmuştur ve bunu da zamanıyla, enerjisiyle, zihniyle ödemiştir... Ve artık hiçbirini geri getiremez.
Yorumlar
Yorum Gönder