Halil Cibran'ın Ermiş'i ve Zerdüşt'ün Kürsü Bilgesi Üzerine

Bela Tarr'ın Torino Atı filminin girişinde şunu okuruz: "Nietszche yatağa bağlı iki sene daha yaşadı. Ata ne oldu, bilinmiyor."

Filmi izlerken Nietszche'nin boynuna sarılıp vicdanının devinim kazandığı at hakkında biraz fikir edinmişizdir, peki ya meşhur eseri Böyle Buyurdu Zerdüşt'ün "İyi Uyku Üzerine" bölümünde uzun uzadıya konuşan ve Zerdüşt'ün pek de hazzetmediği Kürsü Bilgesi'ne ne olmuştur? Halil Cibran'ın Ermiş'i belki de Kürsü Bilgesi'ne o günden sonra neler olduğunu anlatıyordur...

Kürsü Bilgesi iyi uyku üzerine konuştuğunda, Zerdüşt dayanamayıp ayrılmıştı tekkeden. Ancak aptalların uyku düşkünü olduğuna karar vermişti. Oysa Kürsü Bilgesi ile Zerdüşt arasında büyük bir fark yoktu.

Ermiş diye bildiğimiz El-Mustafa, ya da Kürsü Bilgesi tıpkı Zerdüşt gibi yerinden kımıldayarak aydınlık saçmaya, daha doğrusu var olan aydınlığın farkındalığını arttırmak için bir topluma karışır. Zerdüşt nasıl kartalını ve yılanını dağ başında bırakıp şehre inip insanlara vaaz verdiyse, o da Zerdüşt gibi uzun yıllar bekledikten sonra Orphales kentine gidip vaaz verdi. Belki Zerdüşt peşine takıldı Kürsü Bilgesi'nin ve onu gizlice izledi. Belki ikisi de aynı kişiydi ve bizim basit algılarımız ikisini ayırma ihtiyacı hissetti, keza ihtiyaç nedir; Nietszche de Halil Cibran da tanımlarken arzuların yerine getirilmesi olduğundan bahseder. Arzular var olduğu sürece ihtiyaçlar da vardır ve arzulamayan kişi için ihtiyaç içi boş, kocaman bir sıfırdır.

Üstüninsanların şehvetle, arzuyla, yükselmekle pek ilgisi olmaz Zerdüşt'e göre. Kürsü Bilgesi ise ihtiyaçların varlıklarının özlerinden daha da önemli olmadığını söyler. Dost ihtiyacı hissedenin, boşluk doldurmaktan öte kavramı yani ihtiyacı tüm varlığıyla algılanabileceğine dem vurur. Yemenin ve içmenin geride bıraktığı bir koyun cesedinin, ezilmiş birkaç üzüm artığının da bizimle birlikte bir gün yok olacağını bilmeden edim olarak algıladığımızda ihtiyaç duyup duymadığımızı bile anlamayız. Edimler amaçlarla oluşmuyorsa ve haz verme mekanizması gibi algılanıyorsa, hazzın kendisini tartışırız. Hedonistlerin hazzı bir özgürlük olarak görmesi de Zerdüşt ile Kürsü Bilgesi (Ermiş) arasında bir bilek güreşi müsabakası gibidir. Haz bir özgürlük şarkısıdır der Ermiş, Zerdüşt ise benliğe ulaşmanın anahtarı olarak görür. Kafese hapsedilen kuşun kanat çırpması gibidir haz ama özgürlük değildir. Zerdüşt daha fazlasını ister, o kafesi parçalayıp kaçmasını ister kuşun. Özgürlük ve benlik, anlam kazanmak için anlamlandırılan o tuhaf yaratık her daim arayıştadır çünkü. Fakat Zerdüşt'ün kaçırdığı şu olmalıdır ki; anlam aramak da bir kafestir ve Kürsü Bilgesi ona hatırlatır dev prangalardan kurtulmanın özgürlüğe ulaşmak için daha büyük prangalar haline geldiğini. İkisi bilek güreşi yaparlar ve yenişemezler asla. Sıkılırlar ve birbirlerinin ellerini saygıyla öperler. Hiç bir şey kitaplarda yazıldığı gibi değildir aslında, insan zihni belirler bunu. Kim kiminle rekabet halinde, kim kime daha içten saygı duyuyor, kim kimin kölesi olmayı kabul eder özgürleşmek için. Bilemeyiz.

İyi ve Kötü konusunda hiç anlaşamaz Zerdüşt ve Kürsü Bilgesi. Zerdüşt iyi ve kötüyü tam anlamıyla yıkıp tarihe karıştırıp zihinsel benliklerin anlık hareketlerine hapsederken, Kürsü Bilgesi El-Mustafa kendi açlığı ve susuzluğunun ıstırabıyla kıvranan bir iyi gibi görür kötülüğü. Saf kötülük olamaz  çünkü iyi her zaman en karanlık mağaralarda yiyecek arar, en karanlık bataklıklarda bile su içer. Kendine çıkar sağlamanın kötü olmadığını söyler her ikisi de, öperler birbirlerinin ellerini. Benlikten öte daha önemli bir gerçek yoktur ikisi için de. Sarılırlar birbirlerine ama kısa sürer, konuşmaları devam ettikçe ara ara bilek güreşi müsabakası da devam edecektir. Fakat yenişmek de istemezler, bilgiyi açtır ikisi de. Çünkü bilirler; aydınlatırken kendileri de aydınlanırlar. Anlatıcı olduğu kadar dinleyicidir ikisi de. İkisi de yıllarını paylaştıkları dağlarını, vatanlarını bırakıp başka diyarlara misafir olarak gelirler çünkü.

Konu yasalara gelir ve Zerdüşt'ün yılanı zuhur eder. Onu takip etmiştir dağdan sürünerek ve dinlemiştir, izlemiştir. Derisini değiştirmeyip, herkese çıplak ve arlanmaz diyen bir yılandır artık. Yasa bozucudur bu yılan. Yasaları kabul edip toprağa düşen gölgelerin izini çizer. Güneş gölgeyi yaratmaktan başka ne işe yarar o yılan için? Kürsü bilgesinin yılanı kaldırıp da gözlerine baktığında neler gördüğünü hayal edebilir miyiz? Belki de şunu söyleyecektir ona: "Yasaları koymaktan haz aldığın kadar, çiğnemek kadar alamıyorsun." Yılan mahcup mahcup değiştirir derisini belki de. Kimseyi de çıplak göremez böylece. Çünkü kendi derisini değiştirmeyen bir yılan herkesi çıplak görür, üstümüzdeki kıyafet değişmediği sürece çıplak kalacağız yılanın gözünde.

Her ikisi de vedalaşır vaaz verdikleriyle, güneşin ışığını indirirler yer yüzüne. Bataklıklar aydınlanıp nehre dönüşür, karanlık ormanlar meyvelerle dolup taşar. Kendileri de o nehirlere muhtaçtırlar, o meyveleri koparıp yemek isterler verdikleriyle. Kendilerini vaazlarında bulurlar, yoksa bu kadar gerçeği iki ayrı zihinde ayrı ayrı taşımak yorar ikisini de. Taşıyamazlar ve paylaşırlar yüklerini.

Zihinlerindeki küfeleri boşalıp etrafa saçan ve kutsanan bu iki adamın fenomen olmaları kadar görülebilir ne vardır artık? Bilgi, gerçekler, hissedilenler... Doğruyu ve hakikati getirme çabası...

Kim bilir, iyi bir uyku ister artık Zerdüşt, belki de Kürsü Bilgesi konuşurken uyuyordur o. Zihinde saklı kalan kapsamlı bilgiler de yorar ve felç eder bedeni. Hakikatin peşinden koşarken atılır tüm adımlar.. El Mitra belki de El-Ahmet ve Zerdüşt'ün arasında bir köprüdür aslında.. Giden gemiyi izlerken düşlüyordur bunu, gemi de onu izlerken kendisini izleyen El-Mitra gibi.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İyi ve Kötünün Edebiyat Üzerindeki Etkisi

Riso Amaro Üzerine

Görülmüştür Üzerine