Karanlık ve Aydınlık İhtiyacı
Hemen herkesin zihninde ya da bedeninin belli bölgelerinde açtığı delikler vardır aydınlığı aşmak için. Aydınlığın ötesindeki karanlık için öyle duru levhaları vardır ki; saf etten, kemikten ya da düşünceden oluşmaz. Hemen hepsi vardır o levhalarda ve saf bir elementmiş gibi parlar durur. Deleriz o levhaları karanlığı ve aydınlığı da aşma dürtümüzden, kendimizi kapsamak için bizi çağıran bambaşka varlıkları çağırırız. Kiminde çok delik, kiminde kocaman bir tek delik olur aslında. Amaç ise bellidir; karanlığın içini delik deşik ederek bilinmeyenin getirdiği ışıkları görmek isteriz. Dipteki bir kuyuya ya da mağaraya vuran ışık minvalinde bilinmeyeni görmeye, anlamaya, bulmaya çalışırız. O ışıklar deliklerden ya da delikten geçerek gözlerimizi kör edecektir belki de, önemi kalmamıştır artık. Bilinmeyenin ne kadar bilinir olabileceğini bilmek ya da bilememek uğruna deneriz şansımızı.
Bir tabutta buluruz kendimizi. Bu soğuk bir kış gecesinde, dışarıdaki karanlığın anlamsızlıkları sessiz sedasız örttüğü eşsiz anlara denk gelir genellikle. O tabutun içinde ne canlı, ne meftayızdır. Kaybettiklerimiz, kazandıklarımızken kazandıklarımız da kaybettiklerimiz olmuştur ve denktir hepsi birbirine. Sıfırlanıp tekrar eksilmeye ya da artmaya başlar her şey. Karanlıktır, hareketsiz buluruz kendimizi. Tek çaremiz birkaç delik açmaktır. Açmadan bilemeyiz, o ışıklar tabutu delip bedenimize vurmadan anlayamayız neyi eksiltip neyi arttıracağımızı. Ertesi gün o tabuttan ölü mü ya da canlı mı kalkacağımızı bilemeyiz keza.
Bilememek hep bir varoluş ihtiyacı hissettirir, dokunuruz kendimize. Parmaklarımızın yetmediği yerde bilinç ve kalp devreye girer artık. Kendimizi öyle bulmaya çalışırız ama yetmez. Karanlığa ihtiyaç duyarız işte bu sefer. Az evvel deldiğimiz o tabutu gerekirse paramparça olarak her deliğini kapatmak isteriz zerrelerimizle. Ne tuhaftır ki eksilip artacak olan hiçbir şey artık bir anlam içermemektedir. Anlam verme arzusuyla yanıp tutuştuğumuz, gerekirse kendimizi yok ettiğimiz tek anlam vardır: kendimiz.
Geriye dönmek isteriz ve dönemeyiz. Önümüzde sadece tek noktadan oluşan ve geçmiş - şimdi - gelecek diye üçe böldüğümüz düzlem vardır. Bir adım attıktan sonra geriye doğru bir adım da atsak geriye dönememişizdir. Bir adım daha ileri gitmiş ve aynı noktaya gelmişizdir, geçen ise sadece zaman olmuştur. Geriye dönmek yerine biraz daha ileriye gider ve sıfır noktasına gitmişizdir aslında. Zamanın gizemli olduğu kadar tehlikeli olduğunu da anlarız. Karanlık bize gülümser hain hain ve ışık açamayacak noktaya geliriz bu noktada. Karanlığın ise hesap edemediği bir şey vardır; geleceği geçmişe getirmek. Sonradan atacağımız her adım aslında geçmişten gelen bir adımdır ve onu şimdi attığımızda gelecekte atacağımız adımın hangi açıyla, kaç cm olduğu, kaç salisede atıldığı bellidir. Karanlık da bilir bunu ve blöf yaptığımızı düşünür kendini kandırmak için. Tabanlarımızın altındaki ışık onun gözünü kör edecek kadar parlak olsa da o görmez bunu.
Karanlık kötü ya da iyi değildir bizim için; tıpkı aydınlığın da öyle olmadığı gibi. Çok ötesindedir her şeyin ve bilinmezliği çağırtır bize. Koyu kızıldır bilinmezlikler, tıpkı günün ağırdığı ilk anlar gibidir. Neyin geleceğini hesap edemez, neleri yitireceğimizi de bilemeyiz. Karanlıkla aydınlığın ortasında kan kırmızısı olana dek izleriz o bilinmezliği. Git gide kızıla çalan bir bilinmezlik birden yok olur, yerini tanrı gibi her şeye yön veren güneşe bırakır. Sıfır noktasına dönüşün vaktidir.
Anne rahmi öncesi hiçliği arzulayan bir beden gibi ört pas etmek isteriz gerçeği, karanlığın içini delip geçen aydınlık deliklerinin gelme sebebi budur aslında. Kaçarız gerçekten, gerçeklerden, gerçeği hissetmekten ve Nietszche'nin dediği gibi gerçeği hissederek delirmekten. O yüzden ihtiyaç duyarız aydınlığı ölü bedenlerimizi gerçeklerle yüzleştirerek delirterek diriltmek isteriz.
Yoruluruz sonra. Bu kadar çılgınlık bitik düşürür bedenimizi, deliliğimizi bir kenara bırakır ve karartıların içinde inzivaya çekilmek isteriz. Gaiplerden münezzeh, izahtan varestedir varlığımız. Karanlık ve aydınlık karşı karşıya kalsa da, yan yana olsa da ara ara ikisinin de içinde yutulmak isteriz ruh, beden ve şu hastalıklı bilinçlerimizle.
Bir tabutta buluruz kendimizi. Bu soğuk bir kış gecesinde, dışarıdaki karanlığın anlamsızlıkları sessiz sedasız örttüğü eşsiz anlara denk gelir genellikle. O tabutun içinde ne canlı, ne meftayızdır. Kaybettiklerimiz, kazandıklarımızken kazandıklarımız da kaybettiklerimiz olmuştur ve denktir hepsi birbirine. Sıfırlanıp tekrar eksilmeye ya da artmaya başlar her şey. Karanlıktır, hareketsiz buluruz kendimizi. Tek çaremiz birkaç delik açmaktır. Açmadan bilemeyiz, o ışıklar tabutu delip bedenimize vurmadan anlayamayız neyi eksiltip neyi arttıracağımızı. Ertesi gün o tabuttan ölü mü ya da canlı mı kalkacağımızı bilemeyiz keza.
Bilememek hep bir varoluş ihtiyacı hissettirir, dokunuruz kendimize. Parmaklarımızın yetmediği yerde bilinç ve kalp devreye girer artık. Kendimizi öyle bulmaya çalışırız ama yetmez. Karanlığa ihtiyaç duyarız işte bu sefer. Az evvel deldiğimiz o tabutu gerekirse paramparça olarak her deliğini kapatmak isteriz zerrelerimizle. Ne tuhaftır ki eksilip artacak olan hiçbir şey artık bir anlam içermemektedir. Anlam verme arzusuyla yanıp tutuştuğumuz, gerekirse kendimizi yok ettiğimiz tek anlam vardır: kendimiz.
Geriye dönmek isteriz ve dönemeyiz. Önümüzde sadece tek noktadan oluşan ve geçmiş - şimdi - gelecek diye üçe böldüğümüz düzlem vardır. Bir adım attıktan sonra geriye doğru bir adım da atsak geriye dönememişizdir. Bir adım daha ileri gitmiş ve aynı noktaya gelmişizdir, geçen ise sadece zaman olmuştur. Geriye dönmek yerine biraz daha ileriye gider ve sıfır noktasına gitmişizdir aslında. Zamanın gizemli olduğu kadar tehlikeli olduğunu da anlarız. Karanlık bize gülümser hain hain ve ışık açamayacak noktaya geliriz bu noktada. Karanlığın ise hesap edemediği bir şey vardır; geleceği geçmişe getirmek. Sonradan atacağımız her adım aslında geçmişten gelen bir adımdır ve onu şimdi attığımızda gelecekte atacağımız adımın hangi açıyla, kaç cm olduğu, kaç salisede atıldığı bellidir. Karanlık da bilir bunu ve blöf yaptığımızı düşünür kendini kandırmak için. Tabanlarımızın altındaki ışık onun gözünü kör edecek kadar parlak olsa da o görmez bunu.
Karanlık kötü ya da iyi değildir bizim için; tıpkı aydınlığın da öyle olmadığı gibi. Çok ötesindedir her şeyin ve bilinmezliği çağırtır bize. Koyu kızıldır bilinmezlikler, tıpkı günün ağırdığı ilk anlar gibidir. Neyin geleceğini hesap edemez, neleri yitireceğimizi de bilemeyiz. Karanlıkla aydınlığın ortasında kan kırmızısı olana dek izleriz o bilinmezliği. Git gide kızıla çalan bir bilinmezlik birden yok olur, yerini tanrı gibi her şeye yön veren güneşe bırakır. Sıfır noktasına dönüşün vaktidir.
Anne rahmi öncesi hiçliği arzulayan bir beden gibi ört pas etmek isteriz gerçeği, karanlığın içini delip geçen aydınlık deliklerinin gelme sebebi budur aslında. Kaçarız gerçekten, gerçeklerden, gerçeği hissetmekten ve Nietszche'nin dediği gibi gerçeği hissederek delirmekten. O yüzden ihtiyaç duyarız aydınlığı ölü bedenlerimizi gerçeklerle yüzleştirerek delirterek diriltmek isteriz.
Yoruluruz sonra. Bu kadar çılgınlık bitik düşürür bedenimizi, deliliğimizi bir kenara bırakır ve karartıların içinde inzivaya çekilmek isteriz. Gaiplerden münezzeh, izahtan varestedir varlığımız. Karanlık ve aydınlık karşı karşıya kalsa da, yan yana olsa da ara ara ikisinin de içinde yutulmak isteriz ruh, beden ve şu hastalıklı bilinçlerimizle.
Yorumlar
Yorum Gönder