The Rope (Alfred Hitchcock) ve Üstün İnsan Üzerine
Übermensch (Üstinsan) kuramını en güzel anlatan filmlerden biridir The Rope. İyi ve kötü, doğru ve yanlış gibi zıtlıkların genel kabul görmüş ahlak prensipleri içinde yer alıyor olması insanoğlunun en büyük sıkışmışlığıdır. İnsan ile hayvan arasında kalmış yaratıkların önemseyebileceği ve hatta üzerine teoriler ve kuramlar üretebileceği kavramlardır bunlar. İnsanoğlu basittir nihayetinde, hayvanlar gibi dürtüleri vardır. Kendisine dikte edilen her türlü duyguyu, düşünce tarzını manipülasyonlara açık zihniyle adeta enjekte eder. Oysa enjekte ederken kendine ait bir şırıngası bile yoktur, toplumun şırıngasından kapar bütün bu virüsleri.
Nietszche de tüm bu diyalektiklerin insanlar için yine insanlar tarafından yaratıldığını söyler. Haksız da sayılmaz. Kendi benliğine ulaşmaya çalışan herkes bir süre sonra uzaklaşır bu kavramlardan ve sorgulamaya başlar nihayetinde. Evrendeki varoluş amacını sorgularken iyi ve kötü, doğru ve yanlış hatta sevap ve günah gibi pek çok dogmayı da sorgulamış olur.
Peki bu kadar sorgu bize ne getirir?
Rope filmindeki iki kardeşin Harvard mezunu, biraz da ukala olan ve hayatını normal akışı içerisinde sürdüren bir ben-i ademi boğarak öldürmesi onları önce kara sonra da gri ve hatta bir süre sonra beyaz yapar bizim için. Cinayet işlediklerini anlayan bir konuk birden bizim için villain olur ve iki katil kardeş birer Raskolnikov, Meursault veya Pyotr Stepehnoviç'e dönüşürler.
İzleyici olarak yakalanmasınlar, sandığa koydukları ceset bulunmasınlar isteriz. İyi ya da kötü öylesine işlenir ki filmde, kendimiz bile iyi ve kötü kavramlarını olağandışı bir hale getiririz istemeden ve ancak film bittikten sonra bunu anlarız. Film esnasında katillerin yakalanmamasını isterken film bittikten sonra eleştirdikleri toplum tarafından sosyal lince doğru adım adım yaklaşmalarını büyük bir zevkle ve rahatlamayla izleriz. Eğer yakalanmasalar dahi, olayların akışına göre yine aynı hazzı alırız. Hedonist bireyleriz nihayetinde ve aslında iyi ve kötü, doğru ve yanlış gibi kavramları içinde bulunduğumuz duygu sarmalına göre netleştiririz. Film de Üstinsan teorisini tıpkı cinayeti çözen konuk gibi yüzümüze bu şekilde bir tokat gibi çarpabilir.
Üstinsan olmayı başaramayan herkesin öldürülmesi gerektiğini savunan kardeşler sonunda ne kadar da aşağılık yaratıklar olduğunu anlamazlar film bitiminde. Birisi zaten pişmanken ve kendi benliğini abisinin söylediklerine göre dizayn eden bir zavallıyken, diğeri birkaç dakika sonra polisler tarafından tutuklanacağını bile bile kendisine rahatça bir içki koyar ve neler olacağını bekler. Tıpkı Meursault gibi sebepsiz bir yere cinayet işler aslında fakat sebebini de anlamını da inandıkları yaratmıştır.
Teoriler ya da kuramlar ne kadar güçlü ve ikna edici olursa olsun, körü körüne bağlılık bizi onların esiri yapmaktan kurtaramaz.
Nietszche bu cinayetle birlikte yanılmıştır. Tanrı ölmemiştir aslında. İnsan oğlu tanrıyı öldürdüğü gibi, Nietszche'nin üstinsan teorisiyle kendisini de tanrı ilan etmiştir. Artık yargılama da, yıkma da, yok etme de, övme de insanın elindedir. İnsanlar tanrıyı öldürmemiş, vahdet-i vücud felsefesini fiilyata geçirmiştir aslında. Tanrı artık insan bedenlerine kadar inmiştir ve insan bedenlerinde yaşayarak varlığını sürdürecektir.
Nietszche haklı mıydı, yanılmış mıydı kesin olarak bilemeyiz belki de. Bildiğimiz ise; gerçek gerçektir ve zihnimizin algıladığı kadar gerçektir. Bazarov aşık olur, Raskolnikov pişmanlık duyar, Stavrogin acı çeker, Svidrigaylov intihar eder, Joseph K isyan eder... Çünkü duygular ve zihnin hissettiği her bilişsel acıdan daha gerçek birşey yoktur. Soyut kavramlar somuttan çok daha ötedir.
İyi ve kötünün ötesinde ne var sahi? Bizi yargılayan toplum değil, topluma varoluştan da önce gelen özün getirdiği zihinsel yaklaşımlardır aslında. Milyonlarca zihinsel yaklaşımı bir araya getirince anlarız ve yeni bir teori yazabiliriz belki de Sartre'ye karşı: Cennet başkalarıdır.
Ayyukaya çıkan her karanlık kendi ışığını da yanında getirir, tıpkı sandıktan çıkan masum insanın cesedi gibi. Zihinler ve bilişsel yaklaşımlarla birleşen her karanlık biraz daha aydınlanır ve hissettirir kendini. Üst insan olmak, kötü ve iyiyi yıkmak ise en seçilesi yine insan olmaktır belki de.
Nietszche de tüm bu diyalektiklerin insanlar için yine insanlar tarafından yaratıldığını söyler. Haksız da sayılmaz. Kendi benliğine ulaşmaya çalışan herkes bir süre sonra uzaklaşır bu kavramlardan ve sorgulamaya başlar nihayetinde. Evrendeki varoluş amacını sorgularken iyi ve kötü, doğru ve yanlış hatta sevap ve günah gibi pek çok dogmayı da sorgulamış olur.
Peki bu kadar sorgu bize ne getirir?
Rope filmindeki iki kardeşin Harvard mezunu, biraz da ukala olan ve hayatını normal akışı içerisinde sürdüren bir ben-i ademi boğarak öldürmesi onları önce kara sonra da gri ve hatta bir süre sonra beyaz yapar bizim için. Cinayet işlediklerini anlayan bir konuk birden bizim için villain olur ve iki katil kardeş birer Raskolnikov, Meursault veya Pyotr Stepehnoviç'e dönüşürler.
İzleyici olarak yakalanmasınlar, sandığa koydukları ceset bulunmasınlar isteriz. İyi ya da kötü öylesine işlenir ki filmde, kendimiz bile iyi ve kötü kavramlarını olağandışı bir hale getiririz istemeden ve ancak film bittikten sonra bunu anlarız. Film esnasında katillerin yakalanmamasını isterken film bittikten sonra eleştirdikleri toplum tarafından sosyal lince doğru adım adım yaklaşmalarını büyük bir zevkle ve rahatlamayla izleriz. Eğer yakalanmasalar dahi, olayların akışına göre yine aynı hazzı alırız. Hedonist bireyleriz nihayetinde ve aslında iyi ve kötü, doğru ve yanlış gibi kavramları içinde bulunduğumuz duygu sarmalına göre netleştiririz. Film de Üstinsan teorisini tıpkı cinayeti çözen konuk gibi yüzümüze bu şekilde bir tokat gibi çarpabilir.
Üstinsan olmayı başaramayan herkesin öldürülmesi gerektiğini savunan kardeşler sonunda ne kadar da aşağılık yaratıklar olduğunu anlamazlar film bitiminde. Birisi zaten pişmanken ve kendi benliğini abisinin söylediklerine göre dizayn eden bir zavallıyken, diğeri birkaç dakika sonra polisler tarafından tutuklanacağını bile bile kendisine rahatça bir içki koyar ve neler olacağını bekler. Tıpkı Meursault gibi sebepsiz bir yere cinayet işler aslında fakat sebebini de anlamını da inandıkları yaratmıştır.
Teoriler ya da kuramlar ne kadar güçlü ve ikna edici olursa olsun, körü körüne bağlılık bizi onların esiri yapmaktan kurtaramaz.
Nietszche bu cinayetle birlikte yanılmıştır. Tanrı ölmemiştir aslında. İnsan oğlu tanrıyı öldürdüğü gibi, Nietszche'nin üstinsan teorisiyle kendisini de tanrı ilan etmiştir. Artık yargılama da, yıkma da, yok etme de, övme de insanın elindedir. İnsanlar tanrıyı öldürmemiş, vahdet-i vücud felsefesini fiilyata geçirmiştir aslında. Tanrı artık insan bedenlerine kadar inmiştir ve insan bedenlerinde yaşayarak varlığını sürdürecektir.
Nietszche haklı mıydı, yanılmış mıydı kesin olarak bilemeyiz belki de. Bildiğimiz ise; gerçek gerçektir ve zihnimizin algıladığı kadar gerçektir. Bazarov aşık olur, Raskolnikov pişmanlık duyar, Stavrogin acı çeker, Svidrigaylov intihar eder, Joseph K isyan eder... Çünkü duygular ve zihnin hissettiği her bilişsel acıdan daha gerçek birşey yoktur. Soyut kavramlar somuttan çok daha ötedir.
İyi ve kötünün ötesinde ne var sahi? Bizi yargılayan toplum değil, topluma varoluştan da önce gelen özün getirdiği zihinsel yaklaşımlardır aslında. Milyonlarca zihinsel yaklaşımı bir araya getirince anlarız ve yeni bir teori yazabiliriz belki de Sartre'ye karşı: Cennet başkalarıdır.
Ayyukaya çıkan her karanlık kendi ışığını da yanında getirir, tıpkı sandıktan çıkan masum insanın cesedi gibi. Zihinler ve bilişsel yaklaşımlarla birleşen her karanlık biraz daha aydınlanır ve hissettirir kendini. Üst insan olmak, kötü ve iyiyi yıkmak ise en seçilesi yine insan olmaktır belki de.
Yorumlar
Yorum Gönder