Hanım Üzerine

Liberal ekonominin ideolojileri sindirip genç kuşağı git gide toplumdan koparıp münferitleştirdiği bir dönemdir seksenler. Maddi kaygıların ruhu söndürdüğü, ani mutsuzluk semptomplarının nevrotik bireyler yarattığı bir dönemdir. Hanım da bu dönemlerde çekilmiştir.

Eski İstanbul Hanımefendisi olarak adlandırdığımız teyzelerimizden biridir Olcay Hanım. Çok uzaktan görürüz nezaketini ve zerafetini. Yanına gidip de selam verirsek, gülümseyerek merhaba diyerek içimizi ısıtacak bir kadındır. Ne var ki tüm bu pozitifliğine rağmen kısa bir süre sonra yapacağı tuhaf ve gizemli yolculuk korkutmaktadır onu. Yavaş yavaş demir perdeler örmeye başlamıştır çevresindekilere. Vazgeçemeyeceği tek kişi kalmıştır, "Hanım". Kedisidir fakat bir kediden öte can yoldaşıdır onun için. Kızı tıpkı seksenler ortasında baş gösteren duyarsız gençliğin bir neferi olmuştur otuzlu yaşlarına rağmen. Annesi yoktur onun için aslında. O da kızının varlığını hissedemez artık. Üzülemez de. Toplumu liberal ekonomi modeli vurmuştur çünkü; herkesin kendine göre derdi var mantığı hüküm sürer.

Hanımdan ayrılmak istemez aslında Olcay Hanım. Ona öyle bakar ki, artık ciğerlerine kadar sıçramış olan rahim kanserine rağmen bu yolculuğa Hanım'ı da götürmek ister adeta. Hissederiz bunu, fakat mümkün değildir. Hanım'ı kapı kapı dolaşarak bir yerlere vermeye çalışsa da, Hanım'ın gözlerinde bir gitmeme telaşı, kalma arzusu vardır. Miyavlamaları bile bir yakarıştır aslında. Öyle yakarır ki, kahvede ya da rakı-şarap masalarında herkese erenler diyen mutasavvıf bile duyar onun yakarışını. O miyavlamalar tüm kentte duyulur ama Hanım'ın yuva bulmaya gittiği yerde duyulmaz bir türlü. Ekonomik kaygılarının getirdiği mutsuzluk hastalığından muzdarip komşusu kabul etmez Hanım'ı evine. Olcay Hanım çaresiz kahvesini bile bitirmeden çeker gider. Adnan Saygun'u ve Cemal Reşit Rey'i sevemeyen anne de istemez Hanım'ı. Öylesine istemez ki hem de; aslında hiçbir şeyi sevmemiştir belki de. Çağın yeni vebasına yakalanmıştır, batı klasikleri dışında müzik sevmemiştir şartlandırılmış Pavlov köpeği gibi. Manipülasyona bu kadar açık bir insandan sevgi beklenir mi? Empoze edilenleri sevebilir onlar ancak, Olcay Hanım anlar bunu ama sesini çıkarmaz o annenin kızına.

Olcay Hanım'ı anlayabilen tek kişi vardır aslında; kendisi gibi bir kedi delisi Bayan Siremuş. Siremuş onlarca kediyle yaşar evinde. Oğlunun yerine koymuştur hepsini ama oğluna duyduğu özlem ve serzenişin yerini dolduramazlar. Belki de, Hanım'ın onca kedinin içinde rahat edemeyecek olması değil de, Siremuş Hanım'ın içindeki oğul özlemi Hanım'a yabancılatır. Zira Hanım'ı bebekken ona veren de kendisidir. Olcay Hanım, çaresiz Siremuş'a verecektir Hanım'ı ama bu süre uzadıkça uzar.

Kanser, sancılar ve nihayetinde sanrılar arttıkça Hanım geceleri rahmetli Yüzbaşı Kemal'e dönüşür. Yüzbaşı Kemal eşi Olcay Hanım'ı ziyarete gelir. Uzun uzun sohbetlerini öylesine özlemiştir ki Olcay Hanım, kedisinin o olduğunu anladığında bile kabullenemez sanrılarını. Yüzbaşı Kemal'in her gelişi Olcay Hanım'ı yaşama daha da bağlar, fakat Yüzbaşı Kemal'le yaşamaya. Ölüm ve yaşamın arasındaki ince çizgiyi orada kopartır kendisi. Yüzbaşı Kemal sonunda Hanım'ı alır götürür kendi diyarına. Kavuşurlar.

Olcay Hanım'ın ara sıra sohbet ettiği, pek de anlaşamadığı kaptan belirir nihayetinde. Kaptanın gemisi tıpkı Olcay Hanım'ın anatomisi gibi kanserlidir, çürüğe çıkmıştır. Kendi bedeninden ve Hanım'dan başka kimsesi kalmayan Olcay gibidir. Gemisi ve şarabı dışında neredeyse kimsesi yoktur. Sosyalleşme sevdasına uğradığı meyhanedeki mutasavvıf bile onu sadece gerçeklerle yüzleştirmiştir keza. Kaptan kanserli gemisinin son yolculuğunda Olcay Hanım'ın da kendisine eşlik etmesini ister. Kanserli bir gemiyle kanserli bir beden son yolculuğuna çıkarlar. Artık geride İstanbul'un belki de son zarif hanımefendisi elveda diyecektir hayata.



Öyle de olur. Kısa bir süre sonra Yüzbaşı Kemal'in yanına gider. Liberal Ekonomi'nin yarattığı canavar kız ve sevgilisi ise Hanım'ı evden kovdukları gibi satılığa çıkarırlar. Aslında satmaya çalıştıkları şey kendileridir. Kendi bedenlerini mülkle bütünleştiren bu hastalıklı iki kişi Olcay Hanım'ın ölmesine rağmen hala o evde ikamet ettiğini anlayamazlar bile. 16 gündür orada, çürümüş bir koltukta duran beden artık kanserden kurtulmuştur. Kaptan'a kediyi işaret eder. Yağmur altında acı acı miyavlayan Hanım sıcak bir yuvaya kavuşur belki de, kanserden ölen geminin yerini alacaktır artık.

Mutsuzluk hastalığının getirdiği nevrotik bozukluktan ölmemiştir Olcay Hanım. Kızına göre çok daha şanslıdır. Maddi kaygıları olmamış, sancılı bile olsa huzur içinde gitmiştir Yüzbaşı Kemal'in kollarının arasına.

Bireyselleşmenin getirdiği canavar iç güdüler seksenlerin ortalarında dahi böyleyken, bugün içinde yüzdüğümüz zehirli denizler bizi ister istemez kedilerin ve köpeklerin arasına atmaktadır. Acaba tanıdık geldi mi?


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İyi ve Kötünün Edebiyat Üzerindeki Etkisi

Riso Amaro Üzerine

Görülmüştür Üzerine