Sedmikrasky Üzerine
İnsanın tüketme ihtiyacının kontrolden çıkmasıyla ahlaki çöküş başlar yavaş yavaş. Kendi varlığını anlamlandırmayı ve kendi kimliğini sorgulamayı bile tüketmeye tercih edenler, bir gün kapitalizm denen canavarın kendi bedenleri üzerine çökeceği ihtimalini düşünemezler bile. Fabrikalardaki dişlilerin ve çarkların mermi seslerine karıştığı bir ortamda dahi, lüks tüketim arzusu asla sonlanmayacaktır. Tüketim bir eylemden ziyade; tüketimi gerçekleştiren insanı döngünün son halkası haline getiren bir seremonidir aslında.
Sedmikrasky'nin ilk sekansında, her ikisinin de ismi Mary olan ve kapı gıcırdısıyla sürekli açılıp kapanan fakat içlerine girilmeyen, dışarıyı da göremeyen iki kız kardeşten ziyade iki oda görürüz. Film boyunca gördüğümüz bu iki kız kardeş odanın içinde yankılanan bir konuşma yaparlar ve yavaş yavaş odadan çıkanın toplumsal boyutta sürekli ilerleyen ve hatta globalleşen bir ahlaksızlık olduğunu görürüz. Virüs gibi her yere yayılmış olan tuhaf davranışlar, etikten ve hatta ahlaktan feyz alamamış açgözlü, obur ve uyumsuz hareketler aslında göründüğü kadar küçük bir ortama haiz değildir. İki kız kardeşin sürekli olarak kendilerinden yaşça büyük ve zengin erkekleri baştan çıkarması ve onları her defasında bir tren istasyonunda yarıda bırakması ve hatta ağlatması insanoğlunun üzerine yapışan klişelere atılan bir tokat niteliğindedir. Cinsellik üzerinden aşkı yakalamaya çalışan erkekler, onların bu zaaflarından yararlanarak istedikleri her şeye ulaşmaya çalışan genç kızlar ve bu durumu fark edemeyecek kadar yorgun işçi sınıfı arasındaki bir üçgenin ortasındaki boşluk ise "neden ve sonuç" yüklü bir varoluş sorgulamasıdır. Varlığını karınını doyurmakla sınırlayan işçi sınıfı, ekonomik gücü sayesinde kendini anlamlandırabilen burjuva ve burjuvanın her zaman galip geleceğini düşündüğü için onlara yanaşan işsiz, amaçsız ve tüketimle kendini gerçekleştirmeye çalışan orta sınıfı çok iyi tahlil ederiz. Bunu sadece Sedmikrasky'de değil, gündelik hayatta da Fransız Devrimi'inden bu yana tarihi kaynaklara bakmak bir yana, çevremize baksak da görmüş oluruz.
İnsanların yapmaması gereken bir yolculuk vardır ve bu yolculuk kapitalizmin insanların zihnini meşgul ettiği ve meşgul ederken asla göstermek istemediği atmosferleri içerir. Şaşaalı sofralarda pişen et yemeklerinin kasaplardaki kanlı görüntüsü, zamanını operayla ve sanatın çeşitli dallarıyla harcayan ve bunu tamamen ekonomik gücünden dolayı gerçekleştirebilen burjuva yansımaları, bu yolculuğa çıkan insanların görmemesi gereken bir gerçektir. Bu gerçeği az biraz ucundan görenler dahi, çıldırmamak adına kendilerini yine tüketmeye verirler. Fakat bu sefer de tüketirken çıldırmaya başlarlar, çünkü gerçekler az evvel gözlerinin önünden geçmiştir. İşçi sınıfı tarafından umursanmamaları, kendilerini tüketim dışında anlamlandıracak hiçbir şeylerinin olmaması onları tüketirken öldürecektir. Üstelik oburluklarıyla mahvettikleri şaşaalı bir sofrayı düzeltirken yok olmaları onlar için aslında hiç de sürpriz olmayacaktır. Üzerlerine düşen bir avize gibi görünse de, kapitalizmin yarattığı canavarlardan sadece birisidir. Tek gerçeği tüketmek, dolu bir mideyle yaşamak ve dolu bir midenin hayalini kurmak olanların yaşamları ne kadar komik ise, ölümleri de o derece absürt olacaktır.
Sadece salatası pörsüdüğünde öfkelenen insanların, öfkelerini daha anlamlı bir şekilde kullanabilmeleri için ölüm sadece küçük bir uyarıdır. Üzerlerine avize düşen lüks tüketim meraklısı, küçük burjuva ile bir zamanlar Fransa'da işçi ve köylüler tarafından başları mızrağa geçirilen soylular arasında hiçbir fark yoktur. O şaşaalı avizelerin de arkasında emek-yoğun bir üretim yöntemi vardır ve işçiler mutlaka sistemden bir gün intikamını alır.
Yorumlar
Yorum Gönder