Birazdan Yahut Birdenbire (Problemli Sarılmış Bir Yazı)
Zaman zaman mutsuz olmadan mutlu olamamak, safi mutluluğa erişip endorfin zehirlenmesiyle etrafa korkunç gülücükler saçan bir yüze sahip olmaktan daha seçilesi, içim öylesini istiyor. "Nedensiz hüzün" gibi gözüktüğü halde zihnin bir yerlere alacaklı bir icra memuru gibi yazdığı o noktaların birikip de hedonist ve kinist yanlarımın arasında kalan o elastik çizgiyi çekip uzatması ve koparması, gözümde fazladan duran birkaç yaşa dönüşebiliyor. Dönüşmediği taktirde beynimin içinde milyarlarca kara delik oluşup birbirini yutarak en son hafızamdaki kutsal anıları da yutacaktır muhakkak. Bunlar olmadan, mutlu olabilir miyim? O tuhaf, içimde kıvrılan mutsuzluk olmadan mutlu olmam kendime atılan zehirli bir ok, hatta mızrak olacaktır.
Şarabı şişeden içerken, karanlık bir odada en vurucu sahnelerinin içinde kendimi, o da olmadı gölgemi hayal ettiğim bir filmin içinde rol aldığımı hissetmiyorsam hür olamam, var olurum. Kendi varlığımı dışarıda beni bütünleştiren kişilikle sınırlayamayan bir mutasavvıf olacak yetide değilim keza, ideal ve gerçek benliğim arasında çok fark var. Hür olmak, var olmanın en güzel düşmanıdır. Femme fatalesidir belki de, ve bu düşmanın zerafetini değişemem hemen hiçbir şeye. Tastamam anlayan bir adam hasta mıdır bilemem ama tastamam mutlu bir adam hastadır muhakkak. Mutsuzluğun olmadığı yerde yazılacak tek şey bürokratik bir cehennemdir kabul etmesek de.
Pek çok sırrı birbirinden ayır edemeyip tek potada eriten tuhaf bir algoritmanın avan garde olduğu bir çağda zamanı bir türlü tutturamıyorum. Bilinmeyen o kadar şey var ki; varlık, zaman ve mekan artık çok gülünç geliyor bana. Ölüm gibi bir hakikatin karşısındaki tuhaflıkları günü geldiğinde fazladan dünyaya akıtılmış zihinsel hüsranlardan öteye gidemeyecek, en azından aynaya attığım ciddi bakışlardan sonra sezebiliyorum bunları. Doğmak gibi bir çılgınlığı yapabilen, doğum öncesindeki hiçliğe gitmeye çalışmak kadar sıradışı gözüken sıradan bir eylemi küçümser, avamca bulur elbette. Yaşama arzusundan daha zalimcesi -sürekli kendisine ihanet edenlerden intikam almaya çalışan bir doğa karşısında yaşayacak kadar zalimce- var mıdır, sanmıyorum. Korkunç bir kabustur mutluluk hastalığı.
Vibrasyon frekansını kendi seviyesine düşürmek için etrafını mutsuz eden mutsuzların varlığı özleniyorsa, mutsuzluk bir hastalık değil kabullenilmesi gereken tuhaf bir tutkudur. Özlemek dahi özlenir, kavramlar biter. Anlam yıkılır. Anlamın yıkılıp da tekrar değer kazanması için küçük bir ölüm ayinidir ve sakrifikasyon şarttır. Herkes kendi anlamını kazanmak için anlamını yıkar ve anlam da anlamsızlaşır bir yerde. Bu sakrifikasyon kayıp değil, kazanç öncesi uzun vadeli bir yatırımdır. Çağın en önemli kutsalıdır bu yatırım.
Ayağımın altından sürekli kayan bir zemin ve anlamlar bütünü var artık. Kayboluyorlar, yerine yenileri geliyor ve birbirlerini parçalayan kanserli alyuvar hücresi gibi hastasını iyi etmeye çalışıyorlar. Yok oldukça, varlıklarını ıspatlama peşindeler, sığınakları ise zihnimdeki şüpheler. Antropomorfikle bağdaşan bir heykel var, tapınıyorlar... Tapındıkları kadar anlam kazanıyorlar zira. Hepsinin ibadeti bir anlam aramak için, mutlu-mutsuz, iyi-kötü, güzel-çirkin kavramlarını öylesine güzelce soluyorlar ki, nefeslerinde bitiyor. Yok oluyor. Kavramlardan kalan közler dursun zira şimdilik...
Gel gelelim, kendi kehanetini gerçekleştiren bir kahin iken ve sezdikten sonra gerçekleşecek olanlar arasında en ufak bir varyans sapması olmayacakken bu filmi izlemeye devam ediyorum. Kafamda hala şüpheler var fakat emin olduğum şey o kafayı kesersem şüpheler de ortadan kalkacaktır. Zihinsel, ruhsal ve mantıksal kılıçlar sürekli çarpışıyor içimde. Bitmeyecek bir savaş bu. Emin olduğum tek şey, savaş biterse mutsuz olarak mutlu olmak gibi bir özgürlük bitecek ve mutlu olarak mutsuzluğa mahkum edileceğim.
Şarabı şişeden içerken, karanlık bir odada en vurucu sahnelerinin içinde kendimi, o da olmadı gölgemi hayal ettiğim bir filmin içinde rol aldığımı hissetmiyorsam hür olamam, var olurum. Kendi varlığımı dışarıda beni bütünleştiren kişilikle sınırlayamayan bir mutasavvıf olacak yetide değilim keza, ideal ve gerçek benliğim arasında çok fark var. Hür olmak, var olmanın en güzel düşmanıdır. Femme fatalesidir belki de, ve bu düşmanın zerafetini değişemem hemen hiçbir şeye. Tastamam anlayan bir adam hasta mıdır bilemem ama tastamam mutlu bir adam hastadır muhakkak. Mutsuzluğun olmadığı yerde yazılacak tek şey bürokratik bir cehennemdir kabul etmesek de.
Pek çok sırrı birbirinden ayır edemeyip tek potada eriten tuhaf bir algoritmanın avan garde olduğu bir çağda zamanı bir türlü tutturamıyorum. Bilinmeyen o kadar şey var ki; varlık, zaman ve mekan artık çok gülünç geliyor bana. Ölüm gibi bir hakikatin karşısındaki tuhaflıkları günü geldiğinde fazladan dünyaya akıtılmış zihinsel hüsranlardan öteye gidemeyecek, en azından aynaya attığım ciddi bakışlardan sonra sezebiliyorum bunları. Doğmak gibi bir çılgınlığı yapabilen, doğum öncesindeki hiçliğe gitmeye çalışmak kadar sıradışı gözüken sıradan bir eylemi küçümser, avamca bulur elbette. Yaşama arzusundan daha zalimcesi -sürekli kendisine ihanet edenlerden intikam almaya çalışan bir doğa karşısında yaşayacak kadar zalimce- var mıdır, sanmıyorum. Korkunç bir kabustur mutluluk hastalığı.
Vibrasyon frekansını kendi seviyesine düşürmek için etrafını mutsuz eden mutsuzların varlığı özleniyorsa, mutsuzluk bir hastalık değil kabullenilmesi gereken tuhaf bir tutkudur. Özlemek dahi özlenir, kavramlar biter. Anlam yıkılır. Anlamın yıkılıp da tekrar değer kazanması için küçük bir ölüm ayinidir ve sakrifikasyon şarttır. Herkes kendi anlamını kazanmak için anlamını yıkar ve anlam da anlamsızlaşır bir yerde. Bu sakrifikasyon kayıp değil, kazanç öncesi uzun vadeli bir yatırımdır. Çağın en önemli kutsalıdır bu yatırım.
Ayağımın altından sürekli kayan bir zemin ve anlamlar bütünü var artık. Kayboluyorlar, yerine yenileri geliyor ve birbirlerini parçalayan kanserli alyuvar hücresi gibi hastasını iyi etmeye çalışıyorlar. Yok oldukça, varlıklarını ıspatlama peşindeler, sığınakları ise zihnimdeki şüpheler. Antropomorfikle bağdaşan bir heykel var, tapınıyorlar... Tapındıkları kadar anlam kazanıyorlar zira. Hepsinin ibadeti bir anlam aramak için, mutlu-mutsuz, iyi-kötü, güzel-çirkin kavramlarını öylesine güzelce soluyorlar ki, nefeslerinde bitiyor. Yok oluyor. Kavramlardan kalan közler dursun zira şimdilik...
Gel gelelim, kendi kehanetini gerçekleştiren bir kahin iken ve sezdikten sonra gerçekleşecek olanlar arasında en ufak bir varyans sapması olmayacakken bu filmi izlemeye devam ediyorum. Kafamda hala şüpheler var fakat emin olduğum şey o kafayı kesersem şüpheler de ortadan kalkacaktır. Zihinsel, ruhsal ve mantıksal kılıçlar sürekli çarpışıyor içimde. Bitmeyecek bir savaş bu. Emin olduğum tek şey, savaş biterse mutsuz olarak mutlu olmak gibi bir özgürlük bitecek ve mutlu olarak mutsuzluğa mahkum edileceğim.
Yorumlar
Yorum Gönder