Antichrist Üzerine
Zihnimizin yaşamımızda bizi zorladığı en sofistike konulardan birisi de iyi ve kötü ayrımıdır. Deccal (Antichrist) kavramını da ilk duyduğumuzda yine yalancı, tek gözlü, korkunç bakışlı bir din düşmanını daha doğrusu bir canavarı düşleriz. Sonuca vardığımızda ise, sebepleri atlamış olduğumuz gerçeği o canavardan çok da ürkütücüdür. Deccal'in insanları kandırdığı gerçeğini unuturuz. Deccal'in yardımsever, tatlı dilli bir iyilik meleği olduğu gerçeği yatar oysa tüm bu korkutucu gerçeğin altında.
İyilik yapan insanların, başkalarının varlıklarını hiçe sayması o kişiler tarafından bir hakaret ve hatta saldırıdan çok daha öte bir davranıştır. İyilik yapmaya çalışan kişi, tamamen "vicdan" adını verdiği o canavarı bastırmaya çalışmaktadır(*) ve aslında iyilik yaptığı kişiden ziyade kendisini ön plana çıkarmaktadır. Kendi varlığını hissetmeden, kendisinden bir şeyler veren(*) bir insan gerçekten de "vermiş" olur oysa.
Kendini umutsuz vaka olarak kabul eden birinin iyilik ve yardım görmesi işkence boyutuna dönüşür Hayatı parçalanmış, kontrolden tamamen çıkmış ve duygu ritm bozukluğu asla düzelmeyecek bir insanın bir de onu tedavi etmeye çalışan kişiye dürüst olamayıp, iyileşiyor numarası yapması da vicdanın ne kadar da bulaşıcı bir hastalık olduğunun göstergesidir. Roller değişir ve iyilik gören de, kendisine yardımcı olanın varlığının üzerine dayatılmasına karşı koyamaz ve vicdan denen canavarı beslemeye başlar. Karşılıklı bir aldatmacadan ibaret bir terapi, iyilik ya da yardım da trajik sonuçlar doğuracaktır muhakkak.
Henüz yaşını bile doldurmamış çocuğunun ayakkabılarını bilerek ters giydirerek onun ayak tabanına zarar veren, içindeki şeytani duyguların tamamını bastırmak yerine açığa çıkarmaya çalışan ve gözünü zaten kan, kötülük ve şehvet bürümüş bir kadının psikolojik desteğe pek de ihtiyacı yoktur. Asıl terapi görmesi gereken ise, o kadını terapi eden terapistin kendisidir. Değiştiremeyeceği bir düzeni kaos olarak görecek kadar büyülenip aptallaşmasının tek tedavisi psikolojik destektir keza. Cinsellik esnasında rehavete ve zevke ulaşan bedenini bastırmayıp, çocuğunun camdan atlamasına göz yuman bir annenin şeytana duyduğu tuhaf ve ürkütücü hayranlık her ne kadar normal ise, onu tedavi etmeye çalışan terapistin onu ikna etmeye çalışması da o kadar anormaldir. Doğayı şeytanın kilisesi, rüzgarları şeytanın kız kardeşi olarak gören bir kadın kendisini tedavi etmeye çalışan eşinin evlat acısının ve yas döneminin varlığını hiçe sayar. Oysa ne evlat acısı çekmiştir, ne de yas tutmaktadır. Zavallı eşi ise, kendi evladını yitirmenin üzerinde yarattığı korkunç tahribatı bir köşeye bırakıp şeytan hayranı o anneyi, eşini tedavi etmekle uğraşır. Şeytanın kölesi haline gelen bir adamın türlü işkenceler çekmesi de yadsınamayacak bir gerçekliği barındırır hale gelir yavaş yavaş. Terapist olan eşi gerçekten de umutsuz vakayı tedavi etmeye çalışırken kibirli davranmış olsa bile, tedaviyi reddetmek ve tüm gerçekliği seksle ve depresyonla bastırmaya çalışmak olan kadın ondan çok daha kibirlidir. Çünkü o kabul ettiği gibi bir düzen bozucudur, şeytanın hayranıdır ve kadınların kötülükle örtüştüğünü savunur.
Kadının kabul etmediği düzen ise, dünyanın kendisidir. Lars Von Trier, Antichrist'de acımasız bir kadın çizerek muhtemelen Havva'yı betimlemiştir. Çocuklarının ölümünün ardından doğadaki bir çiftlik evine yerleşen çift aslıda Adem ve Havva'dır. Havva cennetten kovulmayı Adem kadar kaldıramamıştır belki de. Dini öğelerin her fırsatta tezat bir biçimde savruşturulması da, muhtemelen Havva'nın kini ve onu bastırmaya çalışan Adem'in naifliğidir. Çocukları bir yasak elma iken şehrin ışıkları yerine doğanın kasvetine mahkum olurlar. Tıpkı cennetten kovulup, yeryüzüne sürülmüş bir çifttirler artık. Kadın ise değişmeyecek bu düzenin bir gün biteceğini ve bu tuhaf düzenin yok olacağını en başından kabul eder. Kabullenişini de beklediği üç dilenciyle anlatır. Üç dilencinin kendi derisini parçalayan bir tilki, doğum yapan bir ceylan ve hapsolduğu yerden çıkmaya çalışan bir karga olduğunu gördüğümüzde ise, bunları Tanrı'nın üç hakkı olarak görebiliriz. Tilkinin kendisini parçaladığını, kadının vajinasını kestiğini gördüğümüzde de artık zihnimize şu kazınır. Kutsal olan yok edilmelidir.(*)
Gerek fiziksel gerek cinsel işkencelerle hayatı kararmış olan terapist babanın artık o şeytanı yok etmekten başka çaresi yoktur. Üç dilenci de, şeytanın kehanetlerini fısıldayan kadının söylediği gibi onları ziyaret eder. Ölüm kadının söylediği gibi gelmiştir ve ölen kendisi olmuştur. Deccaller rol değiştirmiştir. Düzen değiştirmeye çalışan adam İsa olup o deccali yok etmek zorunda kalmıştır artık. Bu da Havva'nın değişmeyecek olan düzeni ve cezasını kabullenişinden ibarettir.
Kutsal olan yok edilmiştir ve her obsesyonda olduğu gibi, yok edilmek zorundadır da. Kendisini terk edeceğini düşündüğü eşine şiddet gösteren, uzaklaşmasını engellemek için çocuğunun ayakkabılarını ters giydirmekten çekinmeyen ve yalnızlığı bir hastalık olarak gören bir kadının takıntıları da kendisini şeytanla bütünleştirecek kadar ileri gitmiştir. Kutsal olanın artık kendisi olduğunu gördüğünde de kaçınılmaz olan sonunu zihininde pekiştirerek etrafına kötülük saçmaya devam etmektedir.
Ölümün, kanın ve şiddetin yaşamımızda önemli bir sanat eseriymiş gibi durmasını sağlayan zavallı zihinlerimiz, kendi bedenlerimizden ayrılmadığı müddetçe ve varlıklarımızın sığınacağı tek liman vardır: Şehvet ve şiddet limanı. Bu liman dururken, doğanın gerçekten de şeytanın kilisesi olabileceği gerçeği pek de absürt sayılamaz... Varlık ve yokluk arasında kayıp giden ince bir zihnin kaçınılmaz trajedileri de soru işaretleriyle yaşamaya devam eder.. Bunu kaosun sürüp gideceğini fısıldayan bir tilki bile sezmiştir.
Kaynaklar:
İyilik yapmaya çalışan kişi, tamamen "vicdan" adını verdiği o canavarı bastırmaya çalışmaktadır(*) - Friedrich Nietszche, Böyle Buyurdu Zerdüşt
kendisinden bir şeyler veren(*) - Halil Cibran, Ermiş
Kutsal olan yok edilmelidir.(*) - Friedrich Nietzche, Deccal (Hristyanlığa Lanet)
İyilik yapan insanların, başkalarının varlıklarını hiçe sayması o kişiler tarafından bir hakaret ve hatta saldırıdan çok daha öte bir davranıştır. İyilik yapmaya çalışan kişi, tamamen "vicdan" adını verdiği o canavarı bastırmaya çalışmaktadır(*) ve aslında iyilik yaptığı kişiden ziyade kendisini ön plana çıkarmaktadır. Kendi varlığını hissetmeden, kendisinden bir şeyler veren(*) bir insan gerçekten de "vermiş" olur oysa.
Kendini umutsuz vaka olarak kabul eden birinin iyilik ve yardım görmesi işkence boyutuna dönüşür Hayatı parçalanmış, kontrolden tamamen çıkmış ve duygu ritm bozukluğu asla düzelmeyecek bir insanın bir de onu tedavi etmeye çalışan kişiye dürüst olamayıp, iyileşiyor numarası yapması da vicdanın ne kadar da bulaşıcı bir hastalık olduğunun göstergesidir. Roller değişir ve iyilik gören de, kendisine yardımcı olanın varlığının üzerine dayatılmasına karşı koyamaz ve vicdan denen canavarı beslemeye başlar. Karşılıklı bir aldatmacadan ibaret bir terapi, iyilik ya da yardım da trajik sonuçlar doğuracaktır muhakkak.
Henüz yaşını bile doldurmamış çocuğunun ayakkabılarını bilerek ters giydirerek onun ayak tabanına zarar veren, içindeki şeytani duyguların tamamını bastırmak yerine açığa çıkarmaya çalışan ve gözünü zaten kan, kötülük ve şehvet bürümüş bir kadının psikolojik desteğe pek de ihtiyacı yoktur. Asıl terapi görmesi gereken ise, o kadını terapi eden terapistin kendisidir. Değiştiremeyeceği bir düzeni kaos olarak görecek kadar büyülenip aptallaşmasının tek tedavisi psikolojik destektir keza. Cinsellik esnasında rehavete ve zevke ulaşan bedenini bastırmayıp, çocuğunun camdan atlamasına göz yuman bir annenin şeytana duyduğu tuhaf ve ürkütücü hayranlık her ne kadar normal ise, onu tedavi etmeye çalışan terapistin onu ikna etmeye çalışması da o kadar anormaldir. Doğayı şeytanın kilisesi, rüzgarları şeytanın kız kardeşi olarak gören bir kadın kendisini tedavi etmeye çalışan eşinin evlat acısının ve yas döneminin varlığını hiçe sayar. Oysa ne evlat acısı çekmiştir, ne de yas tutmaktadır. Zavallı eşi ise, kendi evladını yitirmenin üzerinde yarattığı korkunç tahribatı bir köşeye bırakıp şeytan hayranı o anneyi, eşini tedavi etmekle uğraşır. Şeytanın kölesi haline gelen bir adamın türlü işkenceler çekmesi de yadsınamayacak bir gerçekliği barındırır hale gelir yavaş yavaş. Terapist olan eşi gerçekten de umutsuz vakayı tedavi etmeye çalışırken kibirli davranmış olsa bile, tedaviyi reddetmek ve tüm gerçekliği seksle ve depresyonla bastırmaya çalışmak olan kadın ondan çok daha kibirlidir. Çünkü o kabul ettiği gibi bir düzen bozucudur, şeytanın hayranıdır ve kadınların kötülükle örtüştüğünü savunur.
Kadının kabul etmediği düzen ise, dünyanın kendisidir. Lars Von Trier, Antichrist'de acımasız bir kadın çizerek muhtemelen Havva'yı betimlemiştir. Çocuklarının ölümünün ardından doğadaki bir çiftlik evine yerleşen çift aslıda Adem ve Havva'dır. Havva cennetten kovulmayı Adem kadar kaldıramamıştır belki de. Dini öğelerin her fırsatta tezat bir biçimde savruşturulması da, muhtemelen Havva'nın kini ve onu bastırmaya çalışan Adem'in naifliğidir. Çocukları bir yasak elma iken şehrin ışıkları yerine doğanın kasvetine mahkum olurlar. Tıpkı cennetten kovulup, yeryüzüne sürülmüş bir çifttirler artık. Kadın ise değişmeyecek bu düzenin bir gün biteceğini ve bu tuhaf düzenin yok olacağını en başından kabul eder. Kabullenişini de beklediği üç dilenciyle anlatır. Üç dilencinin kendi derisini parçalayan bir tilki, doğum yapan bir ceylan ve hapsolduğu yerden çıkmaya çalışan bir karga olduğunu gördüğümüzde ise, bunları Tanrı'nın üç hakkı olarak görebiliriz. Tilkinin kendisini parçaladığını, kadının vajinasını kestiğini gördüğümüzde de artık zihnimize şu kazınır. Kutsal olan yok edilmelidir.(*)
Gerek fiziksel gerek cinsel işkencelerle hayatı kararmış olan terapist babanın artık o şeytanı yok etmekten başka çaresi yoktur. Üç dilenci de, şeytanın kehanetlerini fısıldayan kadının söylediği gibi onları ziyaret eder. Ölüm kadının söylediği gibi gelmiştir ve ölen kendisi olmuştur. Deccaller rol değiştirmiştir. Düzen değiştirmeye çalışan adam İsa olup o deccali yok etmek zorunda kalmıştır artık. Bu da Havva'nın değişmeyecek olan düzeni ve cezasını kabullenişinden ibarettir.
Kutsal olan yok edilmiştir ve her obsesyonda olduğu gibi, yok edilmek zorundadır da. Kendisini terk edeceğini düşündüğü eşine şiddet gösteren, uzaklaşmasını engellemek için çocuğunun ayakkabılarını ters giydirmekten çekinmeyen ve yalnızlığı bir hastalık olarak gören bir kadının takıntıları da kendisini şeytanla bütünleştirecek kadar ileri gitmiştir. Kutsal olanın artık kendisi olduğunu gördüğünde de kaçınılmaz olan sonunu zihininde pekiştirerek etrafına kötülük saçmaya devam etmektedir.
Ölümün, kanın ve şiddetin yaşamımızda önemli bir sanat eseriymiş gibi durmasını sağlayan zavallı zihinlerimiz, kendi bedenlerimizden ayrılmadığı müddetçe ve varlıklarımızın sığınacağı tek liman vardır: Şehvet ve şiddet limanı. Bu liman dururken, doğanın gerçekten de şeytanın kilisesi olabileceği gerçeği pek de absürt sayılamaz... Varlık ve yokluk arasında kayıp giden ince bir zihnin kaçınılmaz trajedileri de soru işaretleriyle yaşamaya devam eder.. Bunu kaosun sürüp gideceğini fısıldayan bir tilki bile sezmiştir.
Kaynaklar:
İyilik yapmaya çalışan kişi, tamamen "vicdan" adını verdiği o canavarı bastırmaya çalışmaktadır(*) - Friedrich Nietszche, Böyle Buyurdu Zerdüşt
kendisinden bir şeyler veren(*) - Halil Cibran, Ermiş
Kutsal olan yok edilmelidir.(*) - Friedrich Nietzche, Deccal (Hristyanlığa Lanet)
Yorumlar
Yorum Gönder