Tabutta Rövaşata Üzerine

Sert geçen bir kışın barındırdığı sokaklar bir evsizin agorasıdır aslında. Tüm yaşamsal faaliyetlerini sokaklarda sağlamak zorundadır. İnşaat köşeleri, kayıkhaneler ve belki de ayazın tam ortasındaki bir kaldırım köşesi onun yaşam alanı olmak zorundadır. Bu şekilde yaşamayı kabul eden bir insan, kendine en yakın hayatı seçmiş olsa bile akıl, vicdan, çözülme gibi kavramlardan ister istemez uzak duracaktır. Bahsi geçen kavramları kendimiz yaratıp içlerini doldurmuş olsak ve bir kural haline getirsek dahi; bu kavramların sadece ucuna değecek ve hiçbir şekilde toplumsal öğretilerle gelişmiş bu kavramlardan oluşan çemberin içine girmeyecektir. Çaresizlik ve boş vermişliğin insandan aldığı en temel şey benliğidir. Kendini asla gerçekleştirme seviyesine erişemeyecek ve ihtiyaçlar hiyerarşisinin birinci sırasında kalacaktır. 

Mahsun Süpertitiz'in bolluk ve bereketi imgeleyen tavus kuşlarına olan ilgisi bir süre sonra düşmanlığa dönüşecektir. Sevimliliklerine, renklerine ve masumiyetlerine olan iç güdüsel "iyilik" tutumu belli bir zaman sonra "kötülüğe" dönüşür. İyi iyi yapan ve kötüyü yine kötü yapan, Mahsun'u asla kabullenmemiş toplumun kendisidir oysa. Mahsun ne iyinin beyazı, ne de kötünün siyahıdır. Mahsun gri dahi değildir. Mahsun siyahken beyaz olabilir ve beyazken siyah da gözükebilir. Hiçbir eylemi tanımlanacak kadar akılsal değildir zira. Tavus kuşları bu kadar renkliyken, Mahsun'un renk seçemeyecek olmasına şaşmamak gerekir. 

Yalnızlığını paylaşabildiği tek dostu olan Sarı Kemal'i dahi bencilliğinden dolayı ölüme itmiştir. Ona olan özlemi her zaman sürse de, Mahsun henüz üçüncü aşama olan "sevgi ve güvenlik ihtiyacı" na henüz ulaşamamıştır keza. Sarı Kemal ile birlikte gözüktüğü sekanslarda dahi onunla birlikte ya fizyolojik ihtiyacını ya da güvenlik ihtiyacını tamamlama çabası içerisindedir. Bu durum aynı şekilde Sarı Kemal için de geçerlidir. Oysa Sarı Kemal ve Mahsun'u az biraz sahiplenenler için durum öyle değildir. Onların agoraları tekneleriyle açıldıkları denizlerdir ve güvenlik gibi bir ihtiyaçları da yoktur. 

Mahsun'un bolluk ve bereketi simgelediği üstüne vara vara söylenen tavus kuşlarını görmesi dahi ütopik bir inançtır devlet için. Yoksulluğu iliklerine kadar hisseden bir evsizin tavus kuşlarıyla haşır neşir olması da zamanla yerini korkunç bir tabloya bırakır keza. Beklenmedik bir sonuç değildir ve çaresiz bir insanın işleyeceği cinayet, keyfekeder cinayet işleyen birine göre çok daha haklıdır onun için. Bizde cinayet işlemek bir seremonidir ve cinayet uğruna tabusal reformlar altında manifestolar okunur, yeminler edilir ve kutsanır. Mahsun ise cinayetini kendi tabusal reformlarını düzenleyen yasa koruyucu ve tek hakimi olan midesi için işler. Çaresizliğini vicdansızlığıyla, açlığını ise kan ve etle doyurur. 

Hırsızlık ilahi dinlerde, ilahi olmayan dinlerde ve hatta din denen olguyu hiç kabul etmemiş toplumlarda dahi en iğrenç suçlardan biri olarak kabul edilirken; bu suç uğruna eller kesilirken, idam kararları verilirken; hırsızlık bir geçim kaynağıdır Mahsun için. Tam olarak hırsızlık da denemez. Çaldığı otomobil, itfaiye arabası, otobüs onun kısa süreli yuvası haline gelir sadece. Arabayı nasıl çaldıysa, aynı yere park eder ve geri döner. Sonunda ölesiye dayak yiyeceğini, cezasını infaz eden devlet güçlerinin büyük bir huşu içerisinde görevini yapacaklarını bile isteye çalmaya devam eder. Bunu büyük bir arzu ve gururla yapmaz. Büyük hırsızların isimleri kahvehanelerdeki tv ekranlarında sıkça duyulurken o yaptığının haklı gururunu dahi yaşayamaz. Sokakların soğuğunu iliklerine kadar hissetmekten yorulan Mahsun aşka dahi tam olarak sığınamaz. Ona iş, sıcak bir yuva ve yiyecek verenlerin içlerindeki çıkarsal ilişkiyi dahi hisseder ve reddeder bir süre sonra yeni yaşamını. Hatalarıyla kaderini değiştirmiş olduğu vurgusu yapılsa dahi gerçek öyle değildir. Mahsun sokaklara, kayıkhanelere, inşaat köşelerine ve çaldığı araçlara borçludur Mahsunluğunu. Aşık olur ve aşık olduğu kadar nefret de eder. Kendisi kadar çaresiz bir kadının en berbat anında istemeye istemeye yanında olur ve onun kullandığı maddenin bir benzeridir aslında. Eroin krizi geçiren kadının son sığınağıdır eroin alması için. Kendisinin yardımıyla sakinleştiğini gördüğü kadının karşısında kendini eroin gibi hisseder ve tiksinir kendisinden. Kendisine yardım eli uzatan yaşlı bir adamın, kendi güvenlik ihtiyacı için yaşadığını fark etmese bile hisseder. Onun için kendisinden farkı kalmamıştır aslında. O uzanan deus ex machina gibi inmiş yardım elini ufak bir hülyaya dalarak parçalamaya çalışır ve başarır da. En büyük yardımın başkalarından değil, insanın inancından ve zihninin verdiği kararlardan geldiğini kabul etmiştir. Nereden geldiyse, yine oraya dönmüştür ve zorunlu dönüşümlerin onu evirdiği yaratığın başka bir Mahsun olduğunu anladığı an kendisi olmaya devam etmiştir. Bunu da çaldığı araba ve bir şişe rakıyla kutlar. 

Atalarının kendisini reddettiği gibi, atalarını da bir çırpıda reddeder ve tarihi yerine tarihsel propogandalardan kurtulmak için bir çırpıda tüm engelleri aşarak girer girmemesi gereken yere. Eski çamlar bardaktır artık. Binlerce kilometreden gelen turistlerin rahat rahat girebildiği bir kaleye bilet almadan giremeyen Mahsun'un atalarının mirasına saygı duymasını bekleyemeyiz. Kendi yaşadığı topraklarda duran bir kale, onun sığınağı değil fethetmek zorunda kaldığı bir düşman kalesidir artık. Savaşlar bitse dahi düşmanlıklar bitmez. 

Mahsun'a "yardım" adını verdiğimiz iki yüzlü ve tuhaf davranış biçimiyle onu kendisinden koparamayız. Mahsun sokakların, soğuğun ve kimsesizliğin kurumsallaştığı bir evrenin en değerli personelidir ve bu kurumsal yapıya asla ihanet edemez. 

Alışılageldik düzeni bozmanın yarattığı kaos; iyinin de kötünün de katilidir. Mahsun kendi benliğini yok etmeye çalışanların hayallerini ve düşüncelerini öldürerek hayatta kalmaya çalışır. Mahsun'un savaşı ne soğukla, ne açlıkla ne de kimsesizlikledir. Mahsun'un savaşı kendisini her fırsatta döven polislerle, kendisini kandıran aşık olduğu hayat kadınıyla ya da onu kahveden kovan Zeki'yle de değildir. Mahsun'un tek savaşı kendi içinde bulunduğu düzendeki yaşam savaşıdır. Mahsun kavgasını da kendisiyle yapar. O dışarıdan göründüğünde anlaşılmasa bile çıkma ekmeğiyle, yaktığı ateşle, öfkesini bütünleştirdiği bir taş parçasıyla mutludur. Zengin mutsuzların sarıldığı vibrasyon frekansı düşürme yöntemi gibi iğrenç bir psikolojiye bürünemez asla. Her zaman naiftir, saygılıdır ve sessizdir. Utancından çıkma ekmek istediği büfeciye bile mahcuptur her zaman. O asla kurtlar sofrasındakiler gibi olamaz, hatta olamadığı için bu düzeni yıllar önce reddetmiştir. 

Kaostan, kandan, göz yaşından beslenip bunları daha fazla merhametle arttıran diyalektik bir düzenin kurduğu bir toplumdaki sessiz bir Diyojen'dir Mahsun. Mahsun'un sivridilliliği sessizliğidir. Ne başkaları gibi kendisine hayran olarak yabancılaşma sürecine girerek kendi kendinin ereği olur, ne de başkalarının ona hayran olması için çaba harcayarak onların mastürbatif oyuncağı olma niyetindedir. Mahsun'un kendi düzeni, kendi kaosudur. Sarı Kemal'inki gibi hazin bir ölüm onun sarılacağı bir yorgandır belki de. 

Arzulayabileceği yegane şey, fatihasız bir cenaze töreni ardından üzerine şarap ve rakı dökülmesi olacaktır. Donarak öldüğü gibi, Mahsunluğunu da sonsuza dek donduracak ve yaşayacaktır. Mahsun sadece Mahsun olmak istemektedir. Bunu anlatabileceği insan yoktur sadece. Putlarını yıkamayan bir toplumdan Mahsun'u anlamalarını bekleyemeyiz. 






Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İyi ve Kötünün Edebiyat Üzerindeki Etkisi

Riso Amaro Üzerine

Görülmüştür Üzerine