Kayıtlar

2019 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Záhrada Üzerine

Resim
Kainatın kurgusunun ters olduğu konusunda şüphelerimiz oluşabilir zaman zaman. Cennet bahçesinden dünyaya değil, dünyadan cennete sürülmemiz gerekirdi belki de. Yazılmış olanları tersten okumak, önce ölüp sonra doğmak da bir son olabilirdi. Bizim üzerimize dayatılanı kabul etme zaafımız olduğu müddetçe de, kendimize yakın olanı seçmek zorundayızdır yalnızca.  Kabul etmediğimiz herhangi bir düzen, ailevi ve sosyal ilişkilerimizin işlevini bozsa da zihnimizi sivriltecektir. Tabu haline getirilen ve sadakatsizlik olarak dikte edilen, yasak ilişki olarak adlandırılan kaotik durum; yaşamsal çıkmazlarımızı hazırlayabileceği gibi; doğasında sarsan, sarıltan ve benlik hissettiren aşk adı verilen garip saplantı yerine cinsel oburluğun doyum noktasıdır keza. Bedeni sivrilterken, ruhu köreltmekle sonlandırır o açlığı ve yok olmaya mahkumdur da. İlişki çıkmazında ne övülecek, ne de yerilecek bir durumdur. Tabu olarak kalmaya devam edecek ve yıkılan bir köprünün son ayağı olacaktır daima. Son ay

Birazdan Yahut Birdenbire (Problemli Sarılmış Bir Yazı)

Resim
Zaman zaman mutsuz olmadan mutlu olamamak, safi mutluluğa erişip endorfin zehirlenmesiyle etrafa korkunç gülücükler saçan bir yüze sahip olmaktan daha seçilesi, içim öylesini istiyor. "Nedensiz hüzün" gibi gözüktüğü halde zihnin bir yerlere alacaklı bir icra memuru gibi yazdığı o noktaların birikip de hedonist ve kinist yanlarımın arasında kalan o elastik çizgiyi çekip uzatması ve koparması, gözümde fazladan duran birkaç yaşa dönüşebiliyor. Dönüşmediği taktirde beynimin içinde milyarlarca kara delik oluşup birbirini yutarak en son hafızamdaki kutsal anıları da yutacaktır muhakkak. Bunlar olmadan, mutlu olabilir miyim? O tuhaf, içimde kıvrılan mutsuzluk olmadan mutlu olmam kendime atılan zehirli bir ok, hatta mızrak olacaktır. Şarabı şişeden içerken, karanlık bir odada en vurucu sahnelerinin içinde kendimi, o da olmadı gölgemi hayal ettiğim bir filmin içinde rol aldığımı hissetmiyorsam hür olamam, var olurum. Kendi varlığımı dışarıda beni bütünleştiren kişilikle sınırlayamay

Antichrist Üzerine

Resim
Zihnimizin yaşamımızda bizi zorladığı en sofistike konulardan birisi de iyi ve kötü ayrımıdır. Deccal (Antichrist) kavramını da ilk duyduğumuzda yine yalancı, tek gözlü, korkunç bakışlı bir din düşmanını daha doğrusu bir canavarı düşleriz. Sonuca vardığımızda ise, sebepleri atlamış olduğumuz gerçeği o canavardan çok da ürkütücüdür. Deccal'in insanları kandırdığı gerçeğini unuturuz. Deccal'in yardımsever, tatlı dilli bir iyilik meleği olduğu gerçeği yatar oysa tüm bu korkutucu gerçeğin altında. İyilik yapan insanların, başkalarının varlıklarını hiçe sayması o kişiler tarafından bir hakaret ve hatta saldırıdan çok daha öte bir davranıştır. İyilik yapmaya çalışan kişi, tamamen "vicdan" adını verdiği o canavarı bastırmaya çalışmaktadır(*) ve aslında iyilik yaptığı kişiden ziyade kendisini ön plana çıkarmaktadır. Kendi varlığını hissetmeden, kendisinden bir şeyler veren(*) bir insan gerçekten de "vermiş" olur oysa. Kendini umutsuz vaka olarak kabul eden bi

Vozvrashcheniye (Dönüş) Üzerine

Resim
Kararlı yerine çekingen ve ürkek, kinist yerine hedonist olmayı tercih etmiş ve yaşam sürekliliğini hiç bir sıçrama olmaksızın bu bütünün içinde ören çocuklar, gelecekte birer birey değil de kişi olmayı seçmişlerdir. Seçimleri, bulundukları ortamın dışına çıkmalarına rağmen ruhen aynı noktada kalmalarına büyük katkı sağlayacaktır. Doğduğumuz vakit yağlı, bir kibritle kapkara alevler saçacak ince çitlerle bir çemberin içinde buluruz kendimizi. Algı seviyemiz ve kelime dağarcığımız geliştikçe de bu ateş yavaş yavaş yanmaya başlar. Uzun bir süre bu çemberden korkar ve yanmamak uğruna kıpırdamaktan bile imtina ederiz. Ta ki birey olma yolunda ilerlemek zorunda kalacağımızı anladığımız ana dek yanmak bir kenara dursun, ısıdan etkilenmemek uğruna çemberin içindeki akrep gibi ölümümüzü bekleriz. Bu çemberi tek başımıza aşmamız oldukça zordur ve bir tanrı, mesih, ya da baba figürüne ihtiyaç duyarız.Sert, acımasız ve hatta cani bir tanrı olmadan bu çemberi aşamayız. Şanslı olanlarımız zihnimi

Riso Amaro Üzerine

Resim
Marx'ın Emek-Değer kuramı, diğer kuramları kadar tartışmaya açıktır. Marx emeğin değer ölçüsünün, üretilen ürünün değerine doğrudan katkısı olduğunu savunmuştur. Söz konusu değer ölçütünü "süre" ve aslında etik değerle ilişkilendirmiştir. Kısaca, aynı ürünü üreten iki işçinin, aynı süreleri harcamalarına rağmen birinin canhıraş bir biçimde emek vermesi ile, diğerinin daha tembel olması, ürünün değerini değiştirir. Riso Amaro (Acı Pirinç) örneğinde, mevsimlik pirinç işçileri günlük yevmiye karşılığında çalışmalarına rağmen, aralarından ikisinin çeltik tarlasında olma sebebi bambaşkadır. Çalıntı bir kolyeyi paylaşmakla birbirlerinden çalmak arasında ikilemde kalan iki kadın, emekçi kılığında olmalarına rağmen fiziken içinde bulundukları ortamdan soyutlanırlar. Harcanan emek pirinç için değil, oldukça kıymetli bir kolye içindir aslında. Diğer işçilerin alın terlerinin buğuladığı ekranda, dört kişiye odaklanırız. Bir hırsız, hırsızın kolyeyi emanet ettiği bir kadın, tüm hik

Sedmikrasky Üzerine

Resim
İnsanın tüketme ihtiyacının kontrolden çıkmasıyla ahlaki çöküş başlar yavaş yavaş. Kendi varlığını anlamlandırmayı ve kendi kimliğini sorgulamayı bile tüketmeye tercih edenler, bir gün kapitalizm denen canavarın kendi bedenleri üzerine çökeceği ihtimalini düşünemezler bile. Fabrikalardaki dişlilerin ve çarkların mermi seslerine karıştığı bir ortamda dahi, lüks tüketim arzusu asla sonlanmayacaktır. Tüketim bir eylemden ziyade; tüketimi gerçekleştiren insanı döngünün son halkası haline getiren bir seremonidir aslında.  Sedmikrasky'nin ilk sekansında, her ikisinin de ismi Mary olan ve kapı gıcırdısıyla sürekli açılıp kapanan fakat içlerine girilmeyen, dışarıyı da göremeyen iki kız kardeşten ziyade iki oda görürüz. Film boyunca gördüğümüz bu iki kız kardeş odanın içinde yankılanan bir konuşma yaparlar ve yavaş yavaş odadan çıkanın toplumsal boyutta sürekli ilerleyen ve hatta globalleşen bir ahlaksızlık olduğunu görürüz. Virüs gibi her yere yayılmış olan tuhaf davranışlar, etikten ve

Lou Andrea Salome - Arayışlar Üzerine

Resim
Arayışlar, Nietszche gibi tartışmasız modern çağda en etkili yankıları yaratan bir filozofu elinin tersiyle itmiş bir kadın tarafından yazılmıştır. Tıpkı Bazarov'un Anna Sargeyovna'sının vücut bulmuş halidir Lou Andrea Salome. Lou Andrea Salome aşk için neler düşünmüştür, Arayışlar'da fikir edinebiliriz. Adine, belki de Salome'un ta kendisidir. Salome, eğer evlilik denen kurumun entelektüel arkadaşlığı bitirecek olan cinsellik ve sadakat gibi dogmatik ve içgüdüsel davranışlarla olduğu gerçeğini kabul edip, "Adine gibi olsaydım ne düşünürdüm, ne hissederdim ve ne yapardım?" durumunu bize aktarmış. Aşk ya da aslında cinsel veya dürtüsel çekimle başlayan tuhaf obsesyon, içimizde bulunduğumuz çağın da bundan önceki evrelerinin de yer yüzüne bıraktığı tuhaf bir virüsten ibarettir. Salome yıllar sonra evlenmiş olsa da, hiçbir zaman Adine gibi olmamış ve aşkın ancak entelektüel birliktelikle sınırlı kalabileceği bir çerçevede yürüyebilen, çıkarsız bir paylaşım ol

Les Diaboliques Üzerine

Resim
İnsanoğlunun safi iyilikle yaşaması ne kadar absürt ve hatta çekilmez bir düşünceyse, safi kötülükle yaşaması da bir o kadar tuhaf ve korkunçtur. Kötülüğüne ne olduğunu iyiliği bilmeden ve iyiliğin de yine ne olduğunu kötülüğü tatmadan, görmeden, hissetmeden asla anlayamayız. İyilik de, kötülük de doğamızda fazlasıyla mevcuttur ve zihnimizin çalıştığı ana göre ikisinden birini seçeriz. Zihnimiz, benliğimizi ya da bedenimizi korumamız gerektiği konusunda ısrarlı ise; kötülük kaçınılmazdır. Hırslar, arzular, şehvet ve daima kazanma arzusu, mevki ve mankıb sahibi olma dürtüsü hat safhaya ulaştığında kötülükten kaçamaz insanoğlu. Kötülüğü doldurduğu bir küvetin son damlasına kadar hissettiği gibi, boşalttığı bir havuzun kalan son damlasında da hissedebilir içindeki karşı koyamadığı korkunç arzuya göre. Les Diaboliques (Şeytan Ruhlu İnsanlar) filmi de tam olarak bunu anlatmıştır keza. Verici ve bahşedici özelliğini sonuna kadar kullanan insan ne kadar iyiyse, alıcı ve hep daha fazlasını

Gadja Dilo Üzerine

Resim
Hegel, özneden bağımsız hiçbir şeyin olamayacağını ve gerçeğin de ancak insana bağlı olduğunu düşünüyordu. Örneğin bireylerin, gerek tinsel gerek fiziksel varlıklarını bir kenara bırakarak, toplumu oluşturmaları ve devleti kurmaları bir tür yabancılaşmaydı.  Yabancılığı ya da yabancılaşmayı pek çok şekilde tarif edebiliriz zira. Albert Camus'un meşhur Yabancı kitabında da Meursault ile toplum ile kendisi arasında sıkışmış bir yabancıyı okuruz. Hem kendisini, hem toplumu hem de çevresindekileri adeta yabancılamıştır ve en sonunda kendisi de onlara karşı yabancı olmuştur. Bilinmeyen, erişilmek istenmeyen ve farklılaştırılan her şey yabancıdır aslında.  Gadja Dilo, yani Çılgın Yabancı Romanların diline biraz hakim, Stephane adlı bir Fransızdır. Fransızların ne burnu büyüklüğü, ne üstün ırkı, ne de mükemelliyetçiliği Stephane'ye ulaşmamıştır. Romanların arasında onlar gibi olmak için uğraşmamış, onları daha görür görmez onlardan hiçbir farkı olmadığını göstermiştir aslında.

Den Brysomme Mannen (Sorun Yaratan Adam) Üzerine

Resim
Sıkışmış ve hatta ezilip paramparça olmuş bir ruh bedeni o kadar güzel kullanır ki, beynimizin içindeki gecekonduları, lağımları, kömürlükleri bizlere saray olarak yansıtır. Beden ve ruh arasındaki ters orantı öylesine güçlüdür ki, nefes alırken yavaş yavaş mezara girdiğinin farkına bile varamaz insan. Bedeni yaşatmak, iyileştirmek ve güzelleştirmek ruhu öldürmekle başlar çünkü. Hayatta kalmak adına enerjimizi, zamanımızı, beynimizi kiralamayanımız yoktur. Kiralayamayan ise kiralayamadığı için depresyondadır ve kiralamaya başladığı an içinde gizlediği hedonist kültür avcısını, kendini realite etmek için fırsat kollayan ruh düşmanını ortaya çıkarıverir. Hele ki vaktini ve potansiyelini bir odadaki bilgisayar, telefon ve evraklarla tüketiyorsa ve bunun farkındaysa yavaş yavaş ruhunu isteyerek ya da istemeyerek katlediyordur. Odasından çıktığı an sosyalleşmeyi penetrasyon, güzel bir yemek, biraz içki, sinema ile tamamlıyorsa da yine ruh katili olmak için elinden geleni yapıyordur aslınd

Tabutta Rövaşata Üzerine

Resim
Sert geçen bir kışın barındırdığı sokaklar bir evsizin agorasıdır aslında. Tüm yaşamsal faaliyetlerini sokaklarda sağlamak zorundadır. İnşaat köşeleri, kayıkhaneler ve belki de ayazın tam ortasındaki bir kaldırım köşesi onun yaşam alanı olmak zorundadır. Bu şekilde yaşamayı kabul eden bir insan, kendine en yakın hayatı seçmiş olsa bile akıl, vicdan, çözülme gibi kavramlardan ister istemez uzak duracaktır. Bahsi geçen kavramları kendimiz yaratıp içlerini doldurmuş olsak ve bir kural haline getirsek dahi; bu kavramların sadece ucuna değecek ve hiçbir şekilde toplumsal öğretilerle gelişmiş bu kavramlardan oluşan çemberin içine girmeyecektir. Çaresizlik ve boş vermişliğin insandan aldığı en temel şey benliğidir. Kendini asla gerçekleştirme seviyesine erişemeyecek ve ihtiyaçlar hiyerarşisinin birinci sırasında kalacaktır.  Mahsun Süpertitiz'in bolluk ve bereketi imgeleyen tavus kuşlarına olan ilgisi bir süre sonra düşmanlığa dönüşecektir. Sevimliliklerine, renklerine ve masumiyetleri

Santa Sangre Üzerine

Resim
Sanrılarımız aslında çoğu zaman bizimle yaşayan ve günlük hayatta yadsımak ve görmezden gelmek zorunda kaldığımız küçük çaplı tabulardır ve rüya dediğimiz periyotlarda varlıklarını hissettirirler. Ne zaman ki benliğimiz yorulur, sanrılarıyla savaşamaz hale gelir işte o zaman bir akıl hastanesinde buluruz kendimizi. Santa Sangre'nin yönetmeni Alejandro Jodorowsky de akıl hastanesi yerine bol ışıklı, rengarenk, rahatsız edici imgelerle dolu film setlerini tercih etmiştir sadece. Fenix akıl hastası bir gençtir ve hayatının geri kalanını işlediği cinayetlerle yüzleşerek ve gerçekleri kabul ederek bir akıl hastanesinde sürdürmek zorundadır. Çocukluğu bir sirkte geçen Fenix, cinsel arzuların bastırılamadığı, şiddetin devamlı ayyukada olduğu bir ortamdadır ve çok da sağlıklı bir gelecek bekleyemeyiz kendisinden. Kendisini bulunduğu ortamdaki hemen hemen her şeyle özdeşleştirip, akıl sağlığını yitirmiştir sonunda. Bu bir sonuçtur. Sıradışı bir ortamda alışılagelmedik sahnelere şahit olup

Anton Çehov'un Altıncı Koğuş'u Üzerine

Resim
Şüphe değil gerçeklerdir insanları delirten, der Nietszche. Keza gerçekleri ruhuna sindirmekten kendini alıkoyamayan Ivan Dmitriç kendini 6.koğuşta bulan bir deli olarak adlandırılır. Toplumun değer yargılarına ya da toplumsal öğretiye göre değerlendirildiğinde ise delirmemesi için hiçbir sebep yoktur. Belki de itinaf manisi ya da paranoid şizofreni dediğimiz hastalık onun sadece bir ufak kusurudur, öyle olması gerektiği için bu kusura sahiptir. Toplumun Ivan'ın üzerinde yarattığı etkiyi baz alacak olursak, Ivan'ın toplumdaki makulleştirilmiş sınıfın içinde yer alması imkansız hale gelmiştir. Bu imkansızlık Ivan'ı toplumdan ayıran kap kalın, kan kırmızısı bir çizgidir aslında.  Taşra onun için dev bir hapishanedir. Ona açlık, susuzluk, sefalet ve acı dışında hiçbir şey vermemiştir. Gençliği felaketlerle, parasızlıkla ve yalnızlıkla geçen Ivan'ın görkemli kasabaları ya da ışıklı şehirleri düşleyemeyecek olduğunu varsayabilir miyiz? Ivan'ın Gregor Samsa'dan te

Zerkalo Üzerine

Resim
İnsanlığın hüznünü yıkacak tek şey vardır aslında; o da zamanın tek noktada toplanmış olduğu gerçeğidir. Düz bir çizgi değildir aslında. Hiç bir zaman o sonsuz, düz bir çizginin ortasında olamayız ve bulunduğumuz noktanın gerisi geçmiş, ötesi de gelecek değildir. Düz bir çizgi olarak gördüğümüz, küçük bir noktadan ibarettir. Zihinlerimiz ise karşı çıkar bu teze. Geçmişin hüznünü, geleceğin umudunu ve şimdinin hayal kırıklıklarını taşıtır bize. Tehlikeli, hastalıklı ve korkunç bir varlıktır o zihinlerimiz ve yaşar daima bizlerle.  Andrei Tarkovski, Zerkalo (Ayna) filminde zamanın sınırlarını yıktığı pek çok anı renklendirmiş, yıkamadığı ve geçmiş diye adlandırdığı hemen her anı ise siyah-beyaz yapmıştır. Kadının beklemiş olduğu "baba", ya da savaşa göndermiş olduğu kocası o zamansızlık sarmalının içinde daima durmaktadır. Kadrajdan ne kadar uzak kaldıysa da, filmin merkezindedir. Tıpkı filmi çeken Andrei Tarkovski'nin, Arkeniy Tarkovski'yi şiirleriyle merkeze aldığı

Libertarias Üzerine

Resim
Rahibelerin ve fahişelerin aynı safta devrim yapabilmeleri için hiç bir sınıfsal farklılıklarının olması gerekmez. Sadece birbirlerine sırtlarını dayayıp aslında aynı bedenin, aynı ruhunda ve hatta aynı beynin aynı kıvrımlarında gezebilme yetilerine sahip olduklarını fark edebiliyor olmaları kafidir. Maria bir rahibeyken sorgulamayı başarıp faşist iktidarın karşısında dimdik durmayı başarabilir. Devletin her fırsatta küçümsediği genel ev, Maria'nın sığınağı hale gelmiştir. Seks işçileriyle birlikte aynı bedene girmiş ve asıl namussuz olanların karşısında namussuzlukla suçlananlarla birlikte aynı safta savaşmak istemiştir. Gerçekten de, "namus" denen kavram bir kadının mesleği ya da geçim kaynağı kadar küçük bir ayrıntı mıdır, yoksa insanları aç bırakan, aç kalmalarına dolaylı olarak seyirci kalan, onlara eziyet eden sermayedar, din adamı, üst düzey bürokrat ya da askerlerin asla sahip olamayacağı erdemler midir, bu sorgulanır. Devrimci cephede iç savaşın içinde yer alan

Görülmüştür Üzerine

Resim
"Hisset, düşün ve yap" döngüsünü bozduğumuz an normal yaşam rotamızdan çıkarız ve o rotayı tekrar bulana kadar soluk alamaz, ruhumuzu dinleyemez ve sükuneti kendimizden çok uzak yerlerde ararız. Dibimizde durduğu halde saatlerce aradığımız bir nesne haline gelir dinginlik ve geçen zamanın üzerimizde yarattığı tahribat hafife alınamayacak kadar önemlidir. Döngüyü kırmaktan daha tehlikelisi de döngüyü kırdığımızın farkında olmamıza rağmen pusulasız bir halde kapkaranlık bir yolda hızla ilerlemeye devam ederiz. Ne sert bir duvara çarpacak olmamız ne de bir uçurumdan düşecek olmamızın hiçbir önemi yoktur. Üçünden biri eksikse muhakkak "saplantı" denen o iğrenç duygu sarar bizi ve teslim oluruz. Zakir düşünmeyi bırakır, doğrudan uygulamaya geçer sonunda düşünmeyi unutur. Çalştığı ceza evininde eşini ziyarete gelen bir kadın, sadece bir fotoğraf karesinde karşısına çıkmasına rağmen, kadını fazlasıyla hisseder. Bakışlarında anlam arar, yalnızlığına anlam katar, zihnine

Halil Cibran'ın Ermiş'i ve Zerdüşt'ün Kürsü Bilgesi Üzerine

Resim
Bela Tarr'ın Torino Atı filminin girişinde şunu okuruz: "Nietszche yatağa bağlı iki sene daha yaşadı. Ata ne oldu, bilinmiyor." Filmi izlerken Nietszche'nin boynuna sarılıp vicdanının devinim kazandığı at hakkında biraz fikir edinmişizdir, peki ya meşhur eseri Böyle Buyurdu Zerdüşt'ün "İyi Uyku Üzerine" bölümünde uzun uzadıya konuşan ve Zerdüşt'ün pek de hazzetmediği Kürsü Bilgesi'ne ne olmuştur? Halil Cibran'ın Ermiş'i belki de Kürsü Bilgesi'ne o günden sonra neler olduğunu anlatıyordur... Kürsü Bilgesi iyi uyku üzerine konuştuğunda, Zerdüşt dayanamayıp ayrılmıştı tekkeden. Ancak aptalların uyku düşkünü olduğuna karar vermişti. Oysa Kürsü Bilgesi ile Zerdüşt arasında büyük bir fark yoktu. Ermiş diye bildiğimiz El-Mustafa, ya da Kürsü Bilgesi tıpkı Zerdüşt gibi yerinden kımıldayarak aydınlık saçmaya, daha doğrusu var olan aydınlığın farkındalığını arttırmak için bir topluma karışır. Zerdüşt nasıl kartalını ve yılanını dağ başınd

Karanlık ve Aydınlık İhtiyacı

Resim
Hemen herkesin zihninde ya da bedeninin belli bölgelerinde açtığı delikler vardır aydınlığı aşmak için. Aydınlığın ötesindeki karanlık için öyle duru levhaları vardır ki; saf etten, kemikten ya da düşünceden oluşmaz. Hemen hepsi vardır o levhalarda ve saf bir elementmiş gibi parlar durur. Deleriz o levhaları karanlığı ve aydınlığı da aşma dürtümüzden, kendimizi kapsamak için bizi çağıran bambaşka varlıkları çağırırız. Kiminde çok delik, kiminde kocaman bir tek delik olur aslında. Amaç ise bellidir; karanlığın içini delik deşik ederek bilinmeyenin getirdiği ışıkları görmek isteriz. Dipteki bir kuyuya ya da mağaraya vuran ışık minvalinde bilinmeyeni görmeye, anlamaya, bulmaya çalışırız. O ışıklar deliklerden ya da delikten geçerek gözlerimizi kör edecektir belki de, önemi kalmamıştır artık. Bilinmeyenin ne kadar bilinir olabileceğini bilmek ya da bilememek uğruna deneriz şansımızı. Bir tabutta buluruz kendimizi. Bu soğuk bir kış gecesinde, dışarıdaki karanlığın anlamsızlıkları sessiz s

Deus Ex Machina (Kısa Öykü)

Resim
Birbirimize uzun uzun bakıp susmaktan başka çaremiz yok. Artık sadece birbirimize bakabiliriz. Hah, unutmadan... Bir de yerde yatan şu cansız bedene de bakabiliriz midemiz kaldırdığı sürece. Hatta ceset de bize bakabilir. Sessiz, sedasız bir şekilde izleriz üç kişi birbirimizi. Bu önerim nasıl? diye sordum kızıl saçları beline kadar uzanmış, cehennemi çağıran bakışlarıyla beni kesen kadına. Donuk gözlerle yüzüme bakmaya devam edip başını çevirdi. Belli ki beğenmemişti önerimi. Bu kadar sessizlik iyi değildi... "Otopsi de anlaşılır nasılsa. Bir şey yapmadan bekleyelim." "Polisi çağıralım." "Eve girdiğimizi nasıl anlatacağız." "Arkadaşıyız deriz." Uzun zamandır düşmanlık beslediğimiz arkadaşımızın evine onun haberi olmadan girmemizi polise izah etmemizle hapis cezası almayı kabul etmek arasında pek de fark yoktu. Kodeste sonsuza dek birbirimizi izleyebilirdik. Bu öneri de pek tutmadı. "Korkmaya başladım." "Korkacak bir şe

The Rope (Alfred Hitchcock) ve Üstün İnsan Üzerine

Resim
Übermensch (Üstinsan) kuramını en güzel anlatan filmlerden biridir The Rope. İyi ve kötü, doğru ve yanlış gibi zıtlıkların genel kabul görmüş ahlak prensipleri içinde yer alıyor olması insanoğlunun en büyük sıkışmışlığıdır. İnsan ile hayvan arasında kalmış yaratıkların önemseyebileceği ve hatta üzerine teoriler ve kuramlar üretebileceği kavramlardır bunlar. İnsanoğlu basittir nihayetinde, hayvanlar gibi dürtüleri vardır. Kendisine dikte edilen her türlü duyguyu, düşünce tarzını manipülasyonlara açık zihniyle adeta enjekte eder. Oysa enjekte ederken kendine ait bir şırıngası bile yoktur, toplumun şırıngasından kapar bütün bu virüsleri. Nietszche de tüm bu diyalektiklerin insanlar için yine insanlar tarafından yaratıldığını söyler. Haksız da sayılmaz. Kendi benliğine ulaşmaya çalışan herkes bir süre sonra uzaklaşır bu kavramlardan ve sorgulamaya başlar nihayetinde. Evrendeki varoluş amacını sorgularken iyi ve kötü, doğru ve yanlış hatta sevap ve günah gibi pek çok dogmayı da sorgulamış